23 Kasım 2010 Salı

0039-25.11.2010.Bitlis ve New York’taki Minareler Üzerine…

Bitlis ve New York’taki Minareler Üzerine…

Merhabalar değerli okurlar. Öncelikle geçmiş Kurban Bayram’ınızı kutlamak isterim. Daha nice bayramlara sağlık ve mutlulukla girmenizi temenni ediyorum. Bayram arifesinde son günlerin ses getiren filmi New York’ta Beş Minare’ye (uzunluğundan ötürü N.Y.5M. yazacağım müsaadenizle… 5N1K gibi oldu ya, hoş görün lütfen) gitme fırsatı yakaladık eşimle birlikte. Bitlis’teki minareler hakkında görüş beyan etme işini, geçtiğimiz günlerde Bitlis’e bir yolculuk yapan çiçeği burnunda Cemiyet Başkanımız Hakan Bey’e bırakalım da; benim âcizane yazımın konusu Abdullah Bazencir beyefendi’nin gösterime yeni giren filmi üzerine olacak.

Beyaz Melek filmi hakkında bir yazı yazdığımı ve orada da Abdullah Bazencir ismini kullandığımı anımsıyorum. Bilmeyenler için bir kez daha belirteyim; Abdullah Bazencir, Mahsun Kırmızıgül olarak bildiğimiz ses sanatçısı / yönetmen’in gerçek adı… Beyaz Melek’i izleyip çok beğenmiş biri olarak N.Y.5M. merak uyandırıcı bir deneyim olacaktı benim için. İki filmin arasındaki Güneşi Gördüm’e hiç değinmediğimin farkındasınızdır; zira bu filmi izlemedim. Böyle ağır dramalar beni rahatsız ediyor çünkü… Her ne ise, dediğim gibi N.Y.5M. medyada çok şişirildiğinden midir bilmem izlenesi bir film gibi gelmişti bana. Şu kadarını söyleyeyim ki fiks bilet fiyatı olarak belirlenmiş 9 TL’me acıdım! Filmin 10 Milyon ABD Doları’na yaklaştığı söylenen bütçesinin izleyici tarafından finanse edilmesi bu denli belli edilmemeliydi! Ayrıca eğer gerçekten 10 Milyon “yeşillik” harcadılarsa bu filme “yeşillik” etmişler derim. Bana filmin hissettirdiği şu: “O kadar para saydık, bari değinmediğimiz konu kalmasın!” Arkadaş filmde 11 Eylül var, batılıların deyimi ile “İslami terör” var, aksiyon var, romantizm var, kan davası var, o var, bu var, şu var! Aşure çorbası gibi olmuş adeta… Ama ne yalan söyleyeyim, Haluk Bilginer hayatının rolünü kapmış. Hakkını da veriyor. Son ana kadar “Bu adam harbiden psikopat. Kendini saklamayı iyi beceriyor” dedirtti bana. Ne bileyim Hacı Gümüş’ün bu denli “iyi” biri olduğunu!!! Bu arada Hacı Gümüş rolünün başlangıçta Ali Kırca’ya teklif edildiğini öğrenmekse beni bir hayli şaşırttı. Mahsun Kırmızıgül’den ilginç bir U Dönüşü olmuş. Adeta aslında muhalif bir sanat dalı olması gereken sinemayı, egemen güçlerce dayatılmak istenen ve adına “Ilımlı İslam” denilen olguyu aklamaya çalışmada kullanması gibi… Bu bağlamda yapıştırılmaya çalışılan Yeni Yılmaz Güney” yaftası çok eğreti duruyor Mahsun’un üzerinde. Senaryonun da çok ama çok zorlama olduğunu iddia ediyorum.

Bir orta düzey (Komiser kıvamında) polis düşünün ki tüm hayatını ve kariyerini, kod adı Deccal olan bir teröristi bulmaya vakfetmiş olsun. Kullandığı çok sert yöntemler yüzünden amirleri tarafından yeri geldiğinde sıkça “paylanan” bu polis, aynı zamanda tebdil-i kıyafet şekilde bir cemaatin de içine sızmış. Sorguladığı birinden Deccal’ın gerçek kimliğini öğrenen ve bu kişi hakkında Kırmızı Bülten çıkarttırılmasını sağlayan da bu polis. Koskoca emniyet teşkilatı, ABD’de yaşayan bir cemaat liderinin, Hacı Gümüş’ün, Deccal olduğuna inandırılıyor ve bahse konu bu polis, yanına iyi İngilizce bilen bir başka polisle birlikte ABD’ye gönderilir. Bu arada EfBiAy(!) da Deccal’e operasyon yapıp terör tutuklularının giydiği turuncu elbiseyi giydirmiştir bile… Uzatmayalım, iade işlemleri sırasında cemaat operasyon düzenleyip Hacı Gümüş’ü kaçırıyor. Times Square ve Hudson Nehri gibi birkaç bilindik New York manzarasında yapılan çekimlerin ardından Hacı Gümüş Türkiye’ye getirilir. Ama o da ne?! Gerçek Deccal dışarda değil miymiş?! Yıllardır aranan adam birden yakalanır ki nasıl bir operasyonla yakalandığı muammadır! Emniyet Müdürü kendisi ve teşkilatı adına Hacı Gümüş’ten özür diler. Süper iyi insan Hacı salıverilir. Bitlis’li olan Hacı sonca dence memleketine gidip anacığına sarılmak istemektedir. Esas polisimiz de onun “hemşosu” olduğundan eşlik etmeyi teklif eder Hacı Bey’e. Gereksizce diğer polis de onlarla gider Bitlis’e. Meğerse Hacı Gümüş yıllar önce esas polisimizin babasını öldürmemiş mi? O da böyle bir intikam planı hazırlayıp koca koca istihbarat örgütlerini yanıltarak Hacı’yı Deccal olarak göstermemiş mi? Sonrasında da Hacı’yı kendi ayaklarıyla musalla taşına gitmeye ikna etmemiş mi? Sonra da Hacı bey’i daha iyi tanıma “şansı” yakaladığından, davasından vazgeçiyor ama dedesinin vaz geçmeye niyeti yok… İşte budur 10 milyon Dolarlık filmin sinopsisi!!! Gerçi özellikle bayan izleyicileri şah damarından yakalayan ve artık klasikleşmeye başlamış bir “Mahsun Melodramı” ile bir kesim izleyiciden tam not almayı beceriyor da ben yemem bu numaraları!

Bu haftalık bu kadar olsun. Haftaya görüşmek üzere hoşça kalın değerli okurlar…

5 Kasım 2010 Cuma

0038-06.11.2010.SimCity 5.Claudiopolis

SimCity 5: Claudiopolis

Merhabalar sevgili okurlar. Bir süredir Bolumuz’un caddelerinde hummalı çalışmalara şahit oluyoruz. Doğma büyüme bir Bolulu olarak, gördüklerim hakkında âcizane yorumlar yapma hakkını kendimde bulduğumdandır ki bu yazıyı kaleme aldım.

Öncelikle yazımın başlığındaki ifadenin ne anlama geldiğini açıklayayım: SimCity, 1991 yılında piyasaya sürülen ve o tarihten bu yana da çeşitli sürümlerle bilgisayar oyunları âleminde müdavim kitlesini oluşturmayı başarmış bir bilgisayar oyunu. Oyunun temelinde kendi şehrini kurmak ve onu yönetmeye çalışmak yatıyor. Adından da anlaşılacağı üzere bir simülasyon yani benzetim oyunu… SimCity’de amaç, Belediye Başkanı olup şehirde yaşayanların yaşam kalitesini yükseltmek ve altyapı yatırımları ile şehrin değerini artırmak. Gelir elde etmek için vergiler ihdas edebiliyor, elde edilen gelirlerle şehrin güvenlik, eğitim, sağlık, enerji kaynakları vb. sorunlarının üstesinden gelmeye çalışıyorsunuz. Elbette söylendiği kadar kolay değil bunları başarabilmek. Sağlam bir simülasyon olduğundan Belediye Başkanı statüsü ile yapacağınız herhangi bir yanlış hamleden sonra koltuğu kaybetmek, yani oyun dışı kalmak işten bile değil. Hatta bazı tartışma platformlarında SimCity oynayıp başarılı olamayan kişilerin, Belediye Başkan adayı olmasının engellenmesi taleplerinin “mecazen” dile getirildiğine şahit olmuştuk. Dediğim gibi, oyunun piyasada olan birçok sürümü var. En son çıkan resmi sürümün numarası (4). Yani biraz alegori yapabilmek adına yazımın başlığında kullandığım (5) numaralı bir sürüm aslında yok. Sanal dünyada yok belki ama gün be gün şahit olduğumuz manzara oyunun yeni sürümünün Bolu’da cereyan ettiği izlenimini bırakıyor insanda.

Yaşadığım mahallenin yanı başında bir buçuk ay gibi bir süredir devam eden (ya da devam edemeyen) bir çalışma var. İsmetpaşa Caddesi’nin Hastane Caddesi ile kesiştiği noktada bir yapboz oyunudur sürüp gidiyor. Önce bahsettiğim bu kesişme noktasındaki Kökez çeşmesinin önüne, hilkat garibesi tarzında bir yarım adacık yapılarak etrafı bordürlerle çevrildi. Özel Halk Otobüslerinin güzergâhı da Hastane Caddesinden Şemsi Ahmet Paşa Caddesi’ne kaydırıldı. Kadın Doğum Hastanesi çevresinde bulunan ve çokça kullanılan iki adet durak da, hoparlörden yapılan anonstaki ifade ile “terk edildi”. Düşünün bir; Stadyum Caddesi’nin köşe başındaki duraktan Bulvar Caddesi Tuser Apartmanı karşısındaki durağa kadar yüzlerce metrelik mesafede durak kalmadı! “Yanlışlık” bir hafta kadar sürdü. Gelen tepkilerin ertesinde güzergâh eski haline, “terk edilen” duraklar da yeniden işler hale getirildi. Bu arada Erol Özkan Kökez Çeşmesi önündeki “muhteşem” yarımada da iptal edilerek bordür taşları söküldü ve alan yeniden asfaltlandı. Bu çalışmalar çerçevesinde Orman Müdürlüğü’nün bahçesinden geçen yaya yolu da genişletilmeye başladı. Zannederim bu genişletme işi, bahsettiğim yaya yolunun araç trafiğine açılması ile alâkalı. Bakalım burası ne zaman eski haline çevrilecek!

Şimdi asıl soru şudur: Bunları kim ya da kimler planlıyor? Belediye Başkanı Sayın Alaaddin Yılmaz’ın eskizlerini “peçeteye” çizdiği bir şey olmasa gerek. Kim planlarsa planlasın bu aksaklıklar Başkan’ın elinde patlıyor kanımca. Yapılan maddi masrafların haricinde harcanan işgücü ve zamanın muhasebesi ise vergi veren bir yurttaş olarak beni germeye yetiyor da artıyor bile. Kimsenin benim paramı bu kadar saçma yöntemlerle bu kadar plansız ve pervasızca harcamaya hakkı olmadığını düşünüyorum. Son dönemde dillere iyice pelesenk olan “demokratik ülkelerde” bu gibi durumların sorumluluğunu birileri üstlenir. Tamam, sorumlular Japonlar gibi harakiri yapsın demiyoruz da, en azından özür mekanizması çalışmalı değil mi ama? Bu küçücük bir örnek… Yakın zamanda, Bolu’ya büyük bir meydan kazandırmak amacıyla Hükümet Meydanı araç trafiğine kapatıldı. Güzel, hayırlısı olsun… Ama birkaç dönem sonra birileri çıkıp “benim gözüme hoş görünmedi bu iş kardeşim. Tekrar trafiğe açalım burasını.” derse bunu kimse durduramaz diye düşünüyorum. Genetik kodlara işlenmiş bir şey gibi “benden öncekinin yaptığı herşey tu kaka” düşüncesi her daim hayata geçirilegelmiştir çünkü. Sen seyreyle ondan sonra cümbüşü!.. Kişiler, alın teri döktükleri parayı harcarken yeri geliyor bin kere düşünüyorlar da milyarlarca liralık bu tarz işler için halkın parasını harcarken neden azıcık olsun düşünmüyorlar hayret doğrusu!

Sevgiler sunuyor, haftaya tekrar görüşme arzusunda olduğumu ifade etmek istiyorum sevgili okurlar.

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...