20 Mayıs 2009 Çarşamba

025 - 21.05.2009.Havadan Sudan

Havadan Sudan

 

Selam ve sevgiler sunarak başlamak istiyorum bu haftanın yazısına. Geçen haftanın yazısındaki temennileri maalesef geçekleşmedi ve “özel nedenler” dolayısıyla Kasımpaşa Süper Lige yükseldi. Elbette bizim “Süper Lige Merhaba” başlıklı yazı da güme gitti. Bu işe en çok sevinense bizim Halis oldu! Zira kendisinden bahsedeceğime söz vermiştim bu hafta için… Âlem çocuktur bizim Halis. İkinci adresim olan Yukarı Çarşı’da esnaflık yapan bu kardeşimizle yeni tanışmışsanız onu doğuştan kepli zannedebilirsiniz! Benim gibi hafif (!) dökülmüş saçlarından dolayı kep taktığını ve kepine el sürdürmediğini ise onunla biraz daha samimi olduğunuzda anlarsınız. Çocuklar gibi şendir her daim. Yukarı Çarşı tayfasına yeni katıldı ama kendini kabul ettirdi çabucak. Bu yönden de bir nevi şeytan tüyü vardır kardeşimizin. Koyu kıvamlı bir Trabzonspor taraftarı olması da cabasıdır. Ama ne hikmetse gelen geçene elindeki Trabzonspor flamalarını hediye eder durduk yerde… Dedim ya alem çocuktur bizim Halis.

Halis’in bu coşkulu hali bana her nedense canlı konserleri ya da konser kaydı videolarını anımsattı. “Kel” alaka işte!!! Şaka bir yana da geçenlerde TV izlerken ve de TV izlemenin raconundan olan zapping yaparken, şimdi anımsayamadığım bir sanatçının konser görüntülerine rast geldim. Bilindik olmayan (en azından benim için öyle) bir şarkısının nakarat kısmını, konseri dinlemeye gelen konuklara söyletiyordu. Nota bile atlamadan sanatçının bu isteğini yerine getiren konukların enerjisi muhteşemdi tek kelime ile. Bir sanatçı için en güzel şeyin, ortaya koyduğu eserlerin konserlerde bir ağızdan söylenmesi olsa gerek. Aslına bakarsanız “konser kaydı mı?” “stüdyo kaydı mı?” diye sorsalar hiç düşünmeden konser kaydı derim. Zira konser kaydı daha yalansız, daha elle tutulur… Sanatçının büyüğü de konserde belli olur inancındayım. Stüdyodaki binbir türlü ekipmanı kullanarak bir alakargaya bile Pavarotti muamelesi çekebilirsiniz. Ama o çakma Pavarotti’nin foyası ilk canlı konserde ortaya çıkacaktır. Birkaç yıl önceki Seray Sever vakasını anımsayın. Çıplak sesi TV’de bazı şovlara komedi malzemesi olmasına rağmen Seray Sever’in çıkardığı albüm fena sayılmayacak bir satış rakamına ulaşmıştı. En azından bir alakargaya göre iyi rakamlardı bunlar! Albüme para yatırıp yapımcılığını üstlenen şarkıcı Çelik belki de bu yüzden yurtdışına kaçmakta buldu çareyi. Olay unutulduğunda geri dönecek, sabah namazında kabahat işleyip seneler sonra köyüne geri dönen imam gibi… Bilirsiniz; imamın biri, köyde sabah namazı kıldırırken, secdede af buyrun gürültüyle yellenir. Ses çıkarmadan cemaati ve camiyi terk eden imam eve gelip “Hanım toparlan gidiyoruz.” der. “Ben bir kabahat işledim.” Yükte hafif pahada ağır malzemeyi yüklenip kaçarlar köyden. Aradan onsekiz sene geçer. “Hanım,” der imam. “ben köye gidip bir kolaçan edeyim. Bakalım olayı anımsayan birileri var mı?” Az gider uz gider köyün girişinde bir sürü ve o sürünün çobanına rast gelir. “Evlat!” der. “Gel hele. Sana soracaklarım var.” Genç çoban merakla yanaşır bu ihtiyarlamaya yüz tutmuş yabancıya… “Buyur emmi” der. “Evladım, Fincancıların Kör Hasan vardı. N’oldu o?”Sizlere ömür emmi” diye cevaplar imamı çoban. İmam rahat bir nefes alır. “Peki,” der. “Karahasanların Mustaa ne âlemde?” Çobanın yanıtı aynı olur. İmam kabahat işlediği sabah, namazda olan cemaati tek tek sorup hepsinin ahrete intikal ettiğini öğrendikçe rahatlar. Çobanın zekâsına da hayran kalır. “ Evladım aferin be!” der. “Sen kaç yaşındasın bakayım?” Çoban kısa bir müddet düşündükten sonra yanıtlar: “İmam Efendi sabah namazında yellendiğinde ben altı aylık mışım! Yani şimdi onsekizindeyim!!!” Şarkıcı Çelik de bir süre sonra dönecek elbette yurda, ama Seray Sever faciasını anımsayan bir çoban mutlaka olacak.

Her neyse dostlar. Geçen yüzyılın, belki de yüzyılların en zor şartlar altında kazanılan bağımsızlık savaşının, Ulusal Kurtuluş Savaşımız’ın başlangıcı sayabileceğimiz 19 Mayıs’ı bir kez daha idrak ettiğimiz bu haftada, o dönemle ilgili kitaplar, makaleler okumanızı, belgeseller izlemenizi rica ediyorum. Kendiniz için değilse bile, yozlaştırılan gençliğimize bu vatanın ne badirelerden sonra yaşanılır bir memleket haline getirildiğini anlatabilmemiz için… Yazılarımı internetteki kişisel internet sayfamdan, www.karakayatansel.net.tc adresinden de okuyabilirsiniz.Hoşça kalın, sevgiyle ve sağlıkla kalın…

13 Mayıs 2009 Çarşamba

024 - 14.05.2009.Büyük Adam

Büyük Adam

Merhabalar. Geçtiğimiz hafta kaleme aldığım ve şehrimizin efsanelerinden Boluspor üzerine âcizane fikirlerimi beyan ettiğim yazım, hem de spor sayfasında yayımlanınca kendimi farklı hissettim. Dedim ya sporla ve özellikle futbolla çok yoğun ilgim kalmamış da olsa, gerçek spor yazarları gibi arka sayfada yazımın yayımlanmış olması bana gurur vermedi desem yalan söylemiş olurum. Elbette üzerime yapışıp kalan “sinopsis”in, spor sayfasında çıkan yazıma da başlık olması beni irrite etmedi değil. Ancak Boluspor’un Bolu Halkını biraraya getirebilme yeteneğinden de son derece mutlu oldum. Karşılaştığım konuyla ilgili ilgisiz herkesin Boluspor’un Süper Lige çıkacağı yönündeki inancı ve takımın etrafında kenetlenmesi, harika bir şey. Geçen yılki gibi iğrenç ayak oyunları sahneye konmazsa Boluspor’un Süper Lige son bileti alması işten bile değil. Ancak kafamın içindeki kurt, Süper Ligde hiç İzmir takımının olmaması nedeniyle Altay ya da Karşıyaka’dan birinin kayırılacağı yönünde beynimi kemirip duruyor ya, hayırlısı. İnşallah “Süper Lige Merhaba” başlıklı bir yazı yazabilirim önümüzdeki hafta köşemde… Başarılar ve bol şanslar Boluspor.

Aslına bakarsanız Bolu Halkını biraraya getirebilme hususunda en önemli figür hiç kuşkusuz İzzet Baysal. Yaşam tarzı ve geride bıraktıkları ile İzzet Baysal, “ölümsüzlük” denen fenomene sahip olmuş birkaç büyük adamdan biri. Koskoca bir şehir ona “şükranlarını” sunabilmek adına zamanını ve enerjisini sarfediyor. Dünyayı bilmem de Türkiye’de bu ilk ve tek, orası kesin. Benzer örnekler yok değil, ancak İzzet Baysal’ın hiçbir kaçamak yolu tercih etmeden (vergi indirimleri vb. taktikleri kastediyorum), anasının ak sütü gibi helal olan net kârından vakfetmesinin bir başka örneği yok. Şu şehr-i Bolu’da faydalandığınız bir unsur söyleyin ki, İzzet Baysal’ın ya da ailesinden bir ferdin adını taşmasın. Çok beylik bir laf olacak ama “beşikten mezara kadar İzzet Babanın eserleri ile haşır neşiriz”. Bir Şükran Günleri etkinliğinde, rahmetli henüz aramızda iken, bir salon etkinliğinde aynı havayı solumuş, bu denli yakın olmuştum rahmetliye. O dönemde Devlet Tiyatrosu salonu olan şimdiki Kardelen Sineması büyük salonunda yapılan toplantıda host olarak görev almıştım. Bir daire müdürümüzün kolunda salona teşrif etmişti İzzet Baba. Çok değil, bir metre ötemden geçerken, onca yaşına rağmen bu denli dinç, bu denli ışık saçan bir insan olması, ağzımı açık bırakmıştı adeta. Salondaki istisnasız tüm katılımcılar, canı yürekten ve müthiş bir enerjiyle ayakta alkışlamışlardı Babamızı. Vefat haberini duyduğumda ise Afyon’un Emirdağ ilçesinde vatani görevimi yapıyordum. Konduramadım. O sırada yanımda olan annemin, sanki kendi babasını kaybetmişçesine hüngür hüngür ağladığını hatırlıyorum. Eminim birçok anne aynı durumdaydı o anlarda… Hani “büyük adam olmak” diye bir ifade vardır ya; bu ifadenin etten kemikten örneği, insanın olmak isteyebileceğinden daha büyük bir adam O. Hayırseverlik kurumunu yücelten müthiş bir adam. Gerçekten Büyük Adam… Bugünlerde bir yerlerden bize bakıyor ve her zaman gülümserken anımsadığım muzip yüz ifadesi ile halkının kendisine sunabildiği kuru bir teşekkür mesabesindeki aktiviteleri izliyor. Bu teşekkürün kuru bir teşekkürde öteye gidebilmesi için, bu Büyük Adam’a layık olabilmek için, onun bize emanet ettiği vakfa daha fazla sahip çıkmamız gerekiyor. Mekânın cennet olsun Babacığım

Bu haftalık ta bu kadar… Geçen haftalarda olduğu gibi bu hafta da yazılarımı internetteki kişisel internet sayfamdan, yeni alan adıyla www.karakayatansel.net.tc adresinden de okuyabileceğinizi hatırlatarak bitirmek istiyorum. Gelecek hafta Perşembe gününe değin hoşça kalın.

5 Mayıs 2009 Salı

023.07.05.2009.Boluspor Üzerine

Boluspor Üzerine

         Hepinize kucak dolusu sevgiler değerli okuyucularım. Geçen haftanın flaş konusu hiç kuşkusuz Boluspor’umuzun BankAsya 1. Ligi’ni ilk altı sıra içinde tamamlamayı ve dolayısıyla play-off denilen en son finalleri garantilemesiydi. Karşıyaka’ya İzmir’de mağlup olsa da Boluspor’u Turkcell Süper Lig’de izleyeceğimiz günlerin hayaliyle dörtlü finalleri (play-off’ları) takip edeceğiz. Futbolla çok derin ilgisi kalmamış biri olsam da, çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım efsane Boluspor’u takip etmekle geçti. Şimdilerde birçok genç kardeşimin üzerinde gördüğüm kırmızı montların arkasında yazan “Küçük Şehrin Büyük Öyküsü”nün elle tutulur, gözle görülür olduğu yıllarda, “Dört Büyükler” tabir edilen ve bence isimlerinden başka büyüklüğü kalmamış takımların Bolu’ya gelişi olay olurdu. Bugün Süper Lig’de boy gösteren ve gelirlerinin büyük kısmını havuz sisteminden sağlayan Anadolu takımları, Boluspor’a minnettar olmalılar. Zira Boluspor, TRT’nin yıllar yılı sürdürdüğü üç otuz paraya cebren canlı maç yayını usulüne kafa tutmasaydı, bugünkü bütçelere, bu kadar kısa sürede ulaşılması mümkün değildi. Yerel basındaki köşe yazarlarının büyük bir konsensüs ile Boluspor’un Play-off’a kalmasını konu ettiği geçen haftadan aklıma takılan birkaç alt başlık hakkında ben de görüş beyan edeceğim yüksek müsaadelerinizle…

 Polemik konusu olsun istemem de Serhat Güller beyefendi’nin Boluspor’a birkaç gömlek küçük geldiği iddia edilmiş. Kesinlikle katılmıyorum. Dışarıdan bakan bir göz olarak bence Boluspor için en doğru adamdır Serhat Güller. Genç teknik adamların Boluspor gibi “gizli kalmış” efsanelerde pişeceğine ve kendini geliştireceğine inanmışımdır daima. Başarıya ve kendini ispatlamaya odaklanmış bir yetkili, ufak tefek hatalar da yapsa sonuçta başarıyı getirecektir. Hem kendisi için, hem de başında bulunduğu takım için… Kaldı ki Serhat Hoca iki sezondur, doğrularıyla yanlışlarıyla, Boluspor’umuzu play-off’a sokma başarısını göstermiş biri ve bu bile ona saygı gösterilmesi için yeterli bir ölçüt kanımca. Başkan Necip Çarıkçı’nın ısrarla Serhat Hoca’yı takımın başında tutması da, istikrar denen ve pek önem verilmeyen bir olguya hakkının verilmesi bağlamında, son derece isabetli bir karar. Başarı öyle iki günde kucağınızda bulabileceğiniz bir şey değil. Bir de Boluspor tarafından bakılırsa, Serhat Hoca’yı tenzih ederek söylüyorum, kimi getirecekti ki yönetim takımın başına, Frank Rijkaard’ı mı?! Ayrıca Serhat Hocanın “ders alması” gereken son adam Fatih Terim’dir bana göre. Anlamıyorum, bu insanlar ne buluyor Fatih Terim’de? Fatih Terim’in soyunma odasındaki görüntülerinden alınabilecek tek ders “gaz vermenin incelikleri” dersidir ki o dersi almak için Futbol Federasyonu’nun Terim’e ayda 260bin TL üste para veriyor olması ayrı bir faciadır. “Yürrü aslanım, koççum benim, sen aslansın, kaplansın” tarzı geyiklerle maç alınması geçmişte kalmış bir usul. Ve sanırım Terim örneğinde biraz da pahalı!!!

Katıldığım bir sohbet ortamında yerel medyamızdan bir yetkilinin “Boluspor Bolu’yu tanıtmada çok önemli bir markadır” şeklinde beyan ettiği görüşe katıldığımı, ancak Süper Lig’de başarı ve devamlılık için bazı politikacıların çok önemli olduğu yönündeki ifadesini ise doğru bulmadığımı söylemeliyim. Belli bir hedef için kişileri ön şart haline dönüştürürseniz, orada ancak bir bağımlılıktan bahsedebilirsiniz. Duvara dayanma yıkılır, insana dayanma ölür… Kişilere değil kurumsallaşma kültürüne dayandırıldığında hedeflere ulaşmak ve seviyeyi istikrarlı şekilde yukarılarda tutmak görece olarak daha kolaydır. Evet, Boluspor Bolu’nun tanıtımında en önemli enstrümanlardan biridir. Ve evet Boluspor Süper Lige çıktığında başarılı ve kalıcı olacaktır. Yetmişli ve seksenli yıllarda fırtına gibi esen Boluspor, daha nice “Rıdvan Dilmen”leri, nice “Sercan Görgülü”leri ve nice “Mehmet Başaygün”leri Türk Futbolu’na armağan edecektir. Bolu’da ve Boluspor’da bu potansiyel var…

Bu haftalık ta bu kadar… Her zaman olduğu gibi bu hafta da yazılarımı internetteki kişisel blogum’dan, karakayatansel.blogspot.com adresinden de okuyabileceğinizi bir kez daha hatırlatıyor, hepinize sağlık, mutluluk ve aşk dolu günler diliyorum…

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...