25 Nisan 2025 Cuma

131.25.04.2025 - CUMHURİYETİ KORUMAK ÇOCUKLARI KORUMAKLA BAŞLAR (Göynük Gazetesi)

 


CUMHURİYETİ KORUMAK ÇOCUKLARI KORUMAKLA BAŞLAR     

Geçtiğimiz çarşamba günü 23 Nisan’dı. 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı. Böyle güzel bir bayramda ben günün anlam ve önemine ilişkin herhangi bir yazı yazmadım. Gazetemizin sevgili genç yazarları Kadir İzgin, Sena Güner ve Necati Tepe gayet güzel yazılar kaleme aldılar, keyifle ve heyecanla okudum. Kendi adıma tam da o gün yazı yazmamamdaki sebep 23 Nisan’a ve çocuklara armağan edilmiş bayram fikrine farklı bir pencereden bakmak istememdi.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Kurtuluş Savaşımızın en can alıcı günlerinde, 1920’nin 23 Nisan’ında açıldı biliyorsunuz. Halide Edip’in ifadesi ile Ateşten Gömlek giyilen o ateşten günlerde, genç Türkiye Cumhuriyeti bağımsızlık savaşını verirken, bu çabaya en büyük katkıyı veren şehitlerimizin geride kalan sayısız çocuğunun durumu ele alındı. Bu vatan evlatları, şehit olan babalarının kutsal emanetleriydi devlete ve halka; dolayısıyla bu kutsal emanetlere hakkıyla sahip çıkmak gerekliydi. Bizzat Mustafa Kemal’in öncülüğünde 1921 yılında Himaye-i Etfal yani çocukları himaye cemiyeti kuruldu. 23 Nisan henüz o dönemde Hakimiyet-i Milliye Bayramı’ydı. Cumhuriyetin ilan edildiği yıl, 1923’ün 23 Nisan’ında yine Mustafa Kemal’in isteği ile Himaye-i Etfal Cemiyeti başkanına ilk kez protokolde yer verildi. Bundan bir yıl sonra da, 23 Nisan 1924’teki törenlerde cemiyeti bizzat Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım temsil ederek hem onurlandırdı hem de cemiyete verilen önem sağlamlaştırıldı. Her 23 Nisan bu vesile ile Cemiyetin tanıtımına fırsat olurken tanesi 3 kuruşa satılan rozetlerle cemiyete gelir sağlanması amaçlanıyordu. Mecliste ve şehirlerde vatandaşlar bu rozetlerden satın alıyor, gazeteler teşvik edici yayınlar yapıyordu. Böylelikle yıllar geçtikçe Himaye-i Etfal Cemiyeti, 23 Nisanlar ile neredeyse özdeşleşti.

23 Nisan 1926’da Milliyet Gazetesi “Çocuk Bayramı” diye bir manşet attı ve “Bugün İstiklal günü, vatanın kimsesiz çocuklarına yardım edelim” yazdı alt başlık olarak. Bu yayınla bağışlar adeta patladı. Çeşitli yerlere cemiyet tarafından konulan bağış kutuları önünde kuyruklar oluştu. Ankara’da özellikle; lokantacı, kahveci ve otomobilci esnafı 23 Nisan hasılatlarını, kuruşuna dokunmadan Himaye-i Etfal’e verdi ve cemiyet böyle böyle büyüdü.

1927’nin 23 Nisan’ında bu defa Cemiyet bir bildiri yayınladı. Bildiri gazetelerde manşetten yayımlandı. Bildiride şöyle deniliyordu:

Gazi hazretleri çocukların 23 Nisan bayramını daha sevinçli geçirmelerine vesile olacak bir jest yaptılar. Bir otomobili çocuklara tahsis ettiler.

Mustafa Kemal cemiyeti büyütmek ve güçlendirmek için tüm gayreti ile bizzat çalışıyordu anlayacağınız. Cemiyet de ana babalara şu çağrıda bulunuyordu:

Yaşınızı, işinizi, memuriyetinizi bir tarafa bırakarak bugün çocuklarınızı şevk ve muhabbetle eğlendiriniz. Çocuk şenliklerine katılınız. Bu Saadetli günü yavrularınızı bağrınıza basarak, bahtiyarlıkla geçirirken müşfik yardımlarınızı bekleyen bu memleketin anasız babasız yavrularını da unutmayınız.

O yıl Mustafa Kemal Himaye-i Etfal Balosuna katıldı ve 10 bin Lira bağış toplandı. O dönem için korkunç derecede büyük bir paraydı bu. Ertesi yıldan itibaren artık 23 Nisan Hakimiyet-i Milliye ve Çocuk Bayramı olarak kutlanmaya başlandı. Hemen 1 yıl sonra, 1929’da bayram bir haftaya yayılarak Çocuk Haftası olarak ilan edildi. Elbette ki büyüyen bu organizasyonu Cemiyet’in tek başına kotarabilmesi mümkün değildi. Bu iş dönemin en büyük sivil toplum kuruluşu olan Türk Ocakları’na verildi. Türk Ocakları da büyük bir sürpriz yaparak yönetimi bir günlüğüne çocuklara bıraktı. İşte mülki idare amirlerinin koltuklarını çocuklara devretme geleneğinin başlangıcı tee 1929’daki bu ilk uygulamaya dayanır. (Yazarın Notu: Keşke bu adeti bir defalığına ters uygulasak; siyasiler çocukların yerine geçse… Örneğin bir bakan tamir atölyesinde çıraklık yapan bir çocuğun yerine geçip onun işini yapsa, bir başka bakan otobüs / metrobüs beklese ve öğrencilerle beraber balık istifi yolculuk etse üç-dört durak, sağlık bakanı kırık kolla saatlerce müdahale sırası bekleyen bir çocuğun yerine geçse, belediye başkanları kağıt toplayıcı çocukların yerine yüklense mesela koca koca çuvalların olduğu tekerlekli arabaları, sanayi bakanı dökmeden çay götürse ustasına… O zaman belki değişim kendiliğinden gerçekleşir. Yazarın notunun sonu)

Himaye-i Etfal Cemiyetinin 3 kuruşa rozet satarak başladığı bu macerada yedi yıl gibi kısacık bir sürede 300 binden fazla şehit çocuğuna ulaşıldı. Cemiyet bu 300 bin yetime düzenli olarak kitap, elbise, çamaşır, oyuncak, süt, yemek ve şeker dağıtır hale geldi. Herkes gücü ölçüsünde amca, teyze, dayı, hala olmuş, şehit çocuklarının elinden tutmuştu. Mustafa Kemal vizyonu dünyanın en büyük ailesini oluşturmayı başarmıştı. 

İşte 23 Nisan aslında budur değerli dostlar. Çocuk Bayramının varlık sebebi tam olarak şehit çocuklarıdır. 23 Nisan, bizim ve evlatlarımızın saçının teline zarar gelmesin diye kendi canını hiçe sayan kahramanlarımızın değerli hatırasıdır, kutsal emanetidir. 23 Nisan bu milletin şehitlerine ve şehit çocuklarına borcudur.

 


24 Nisan 2025 Perşembe

130.22.04.2025 - KEPAZELİĞİN KRONOLOJİSİ: NORMAL BİR HAFTA DAHA! (Göynük Gazetesi)

 

KEPAZELİĞİN KRONOLOJİSİ: NORMAL BİR HAFTA DAHA!

Siz de takip ettiniz mi bilmiyorum ama geçtiğimiz hafta gerçekleşen iki mevzu, üzerinde hayli düşünmeye yöneltti beni. Gerçi tee geçen haftadan bahsediyorum; ülkemizde 24 saatte bile neler olup bitiyor takip etmekte zorlanabiliyoruz çoğu zaman. Bu bağlamda geçen hafta sanki uzak bir geçmiş gibi gelebilir. Önemsemeyin; alıcılarınızın ayarı ile de çok oynamayın!

​Kerameti kendinden menkul bir gazeteci (!) olan rasim ozan kütahyalı (nam-ı diğer ROK) adlı şahıs, CHP’ye kayyum atanacağını, oluşabilecek toplumsal olaylara karşı Ankara ve İstanbul başta olmak kaydı ile tüm ülkede ek güvenlik önlemleri alındığını ve kolluk kuvvetlerinin tüm izinlerinin iptal edildiğini duyurdu sosyal medya hesabından. Sosyal medyadan duyurdu deyince şunu da belirtmeden geçemem: Önceden gazeteciler, ama gerçek gazeteciler, (sosyal medya olmadığından da olabilir) haberleştirecekleri mevzuları, mensubu bulundukları gazetelerinden ve nadiren de olsa televizyondan kamuoyu ile paylaşırlardı. Paylaşmadan önce de “dokuz ölç, bir biç” ruhuna uygun şekilde defalarca kendi süzgeçlerinden geçirir, teyidini ve sağlamasını yapmadan konuyu kamuoyu ile paylaşmazlardı. Soruşturmacı gazetecilik ve sorumlu yayıncılık ilkeleri gereği uygulamaları üç aşağı beş yukarı böyleydi. Oysa şimdilerde kamuya mâl olmuş kişiler istifa, affedersiniz görevden affını isteme işlemini bile maalesef sosyal medya aracılığı ile yapar oldu. Gerçi dediğim gibi istifa denen mekanizma da kalmadı. İstifada bireysel özgürlük teması hakimdi çünkü. Affını istemede ise biat kültürü ön plana çıkıyor. Neyse bu konumuzun dışında bir durum. Konumuza dönersek ROK, kıraathanede 101 oynayan Ali Dayının bile yapmayacağı şekilde ve son derece de sorumsuzca bu paylaşımı yaptıktan sonra zaten son derece kırılgan bir yapıda olan menkul kıymetler piyasasında bir panik havası ortaya çıktı. Çok şükür ki Borsa İstanbul’da seans kapanmıştı fakat vadeli işlemler ve opsiyon borsasındaki işlemler sürmekteydi. Vadeli işlemlerde sert düşüş gözlenirken gecelik faizler tavan yaptı. İddiaların yalanlanmasının ardından ortalık birazcık duruldu ancak bunun bir manipülasyon olup olmadığı ve piyasalar bu paylaşımla ROK tarafından manipüle edildiyse bundan kazanç sağlayanların kim olduğu muamma olarak kaldı. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı re’sen soruşturma başlattı ve ROK her ne hikmetse Bolu’da gözaltına alındı. Bolu Belediye Başkanı tanju bey de durumdan vazife çıkardı ve muhatabı ROK bile olsa düşük profilli bir paylaşım ile konuya müdahil olma gayretine girdi. Neyse, o da konumuzun dışında… Gözaltı kararının hemen ardından özellikle ROK ile aynı kaptan yal yiyenler diyebileceğimiz tipler tarafından bir linç kampanyası başlatıldı. Aynı tayfadan ahmet hakan denen şahıs derhal tutuklanmasını filan istedi, o derece yani. Meksika Açmazı’nda* ilk kurşunu sıkan aynı tarafta olduğu kişiler oldu anlayacağınız. Bu burum beni çok şaşırtmadı dersem yalan söylemiş olmam. Zira bu ROK denen şahısla ilgili olarak 2011yılında bir yazı yazmış ve o gün bu şahsı kullananların zamanı geldiğinde onu klozete atıp sifonu ilk çekecek kişiler olacağını yazmıştım. Merak edenler kişisel blogumdan bahse konu yazıyı okuyabilir.

​Şimdii, asıl üzerinde durulması gereken ve fazlasıyla rahatsız edici olan diğer olaya gelirsek… Sabah kuşağı diye nitelendirilen ve çoğunlukla kriminal mevzuların işlendiği programlardan birinde engelli eşinin annesi yani kayınvalidesiyle ilişki yaşayan, hatta ondan çocuk bekleyen damat konu edildi. 21 yaşındaki damat 50 yaşına merdiven dayamış kayınvalidesi ile ilişki yaşamış, ondan çocuk bekliyor ve durum ortaya çıkmasın diye de engelli eşine baskı ve tehdit uyguluyor. Durumun bahse konu bu programlardan birinde işlenerek ayyuka çıkması sonucu toplumsal bir tepki oluştu ve bu tepkinin akabinde damat ve kayınvalide tutuklanarak cezaevine konuldu. Dürüst konuşmak gerekirse bu olay, buna benzer olayların ne ilkiydi ne de sonuncusu olacak. İlişki içinde olduğu damadı ile daha rahat buluşabilmek için garsoniyer kiralayan ve damadını “oğlu” olarak tanıtan kaynanayı, internette tanıştığı 15 yaşındaki çocuğa kaçan 4 çocuk annesi vatandaşı, 3 çocuk babası adamın 4 torun sahibi anneanne ile kaçışını, iki elti bir olup yufkacıya kaçan tipleri, 6 çocuk babası olan 70 yaşında dedeyle kaçan 18 yaşında çocukları ve buna benzer onlarca konuyu yine sabah kuşağı programlarından izlemişti tüm ülke. Bunlar Netflix ya da Amazon Prime dizisi, kurgulanmış şeyler filan değil ha, birebir gerçek mevzular. Emin olun kimi kesimlerce “marjinal” olduğu söylenen bu platformlardaki dizi ya da filmlerin senaristlerine anlatsan “hadi oradan be!” diyecekleri kadar marjinal hadiseler yaşanıyor günbegün ülkemizde. Ekonomik sıkıntılar gün gelir aşılır, bolluk ve gönenç içerisinde yaşanır ülkede. Ama ahlakî yozlaşmanın çözümü maalesef yoktur. Onun da temelinde eğitimsizlik yatar kardeşim. “El alem yapıyor, ben de yaparsam kimse ayıplamaz” düşüncesi bir toplumda hâkimdüşünce olduysa eğer oradan geri dönüş imkânsız değildir belki ama inanın çok sancılı bir süreç, sıradışı önlemler gerekir. Eski haline tam anlamıyla dönmesi de maalesef çok mümkün değildir. Benzer mevzuları gördüğünüzde, okuduğunuzda başlangıçta bahsettiğim tipte gazetecilerin varlığı da şaşırtmaz sizi. ROK gibi tiplerin gazetecilik yaptığı bir yerde damadın kayınvalidesini hamile bırakması çok da şaşırtıcı gelmeyecektir. İşte bu yüzdendir bir avuç cesur yüreğin çok okunmayacağını, okunsa da umursanmayacağını bile bile Göynük Gazetesi’nde amatörce de olsa gazetecilik yapmaya, yazı yazmaya çalışması…

 

* Meksika açmazı olaya karışan hiçbir tarafın kazançlı çıkamayacağı içinden çıkılmaz durum, çıkmaz, açmaz olarak İngilizcede kullanılan argo bir deyimdir. Popüler kültürde ise Meksika açmazı genel olarak iki ya da daha fazla kişinin birbirlerine doğru silah çekmesiyle oluşan yüksek gerilimli durum için kullanılır. Gerilimi arttırıcı nokta karşı tarafın kendisine ateş edeceğinden korktuğu için hiç kimsenin silahı bırakmamasıdır. Spagetti Westernlerde ve ikinci seviye filmlerde sık sık kullanılması nedeniyle Meksika açmazı artık bir sinema klişesi haline gelmiştir.

15 Nisan 2025 Salı

129.15.04.2025 - SÖZ TILSIMDIR (Göynük Gazetesi)

 

SÖZ TILSIMDIR

  Her zaman olduğu gibi yine bir kör ölür badem gözlü olur durumu ile karşı karşıyayız. Sosyal medyada her yüz paylaşımdan doksanı Volkan Konak ve şarkılarını içeriyor. Senenin başında bunu Ferdi Tayfur ile görmüştük, şimdi sıra Volkan Konak’ta. İnsanlara yaşarken değer vermeyi başarabildiğimiz gün, olmuşuz diyebileceğiz. Bu vesile ile kaybettiğimiz tüm değerlerimizin ruhlarına birer selam gönderelim. Volkan Konak demişken, rahmetlinin sanki geleceği görmüşçesine yaptığı bir konuşma, sarf ettiğimiz sözlerin geleceğimizi nasıl şekillendirebileceği üzerine düşünmeme yol açtı.

      Anne tarafıma çektimse doksan yaşına kadar yaşarım. Baba tarafına çekersem 58’de ölmüştük!” demişti rahmetli. Takip etmişsinizdir, 58 yaşında kaybetti hayatını. Bir dönem danışanı olduğum sevgili Saliha hocam, iyi dileklerimizi ifade ederken bile olumsuz kelimeler kullanmamamız gerektiğini sıkı sıkıya tembihlemişti bana. Yolculuğa çıkan birine “kazasız belasız git” yerine “sağlıkla gidip gel” demek gibi… Çünkü ağzımızdan çıkan her söz bir sözleşmedir. Birkaç yıl önce aktör Alec BaldwinYanlışlıkla birini öldürmek nasıl bir duygu merak ediyorum” diye bir paylaşım yapmıştı. Bu söylemin akabinde evren Baldwin’in bu merakını giderdi. Bir film çekimi sırasında yanlışlıkla görüntü yönetmenini öldürdü! Bu işler maalesef böyle işliyor. Olumlu düşünüp konuşmak lazım. Kötü olayları tarif ederken bile pozitif kelimelerle bunu ifade etmeli. Rahmetli annem sürekli elektronik eşyada hiç şansı olmadığını söylerdi. Gerçekten de aldığı her elektronik cihazda büyük ya da küçük bir sıkıntı ile karşılaşır, “Demedim mi bak! Şanssızım işte…” diye serzenişte bulunurdu. Gerçekten de böyledir; neyi kuvvetle ifade ediyorsanız evren sizi ona kavuşturmak için çalışır.  Sürekli şanssızım diyorsanız söyleminizi değiştirmeden şansınızın dönmesini beklemek iyimserlik olacaktır. Bazen çocuğuna, ebeveynlerine, kardeşine yarı şaka yarı ciddi “sen beni kanser edeceksin” diyen insanların hastanelerin onkoloji servislerinde tedavi gördüğüne şahit olmuşsunuzdur. Çevrenizde de böyle olumsuz konuşanlar varsa eğer onları uyarmalısınız. Onlara kelime ve cümlelerini olumlu biçime çevirmelerini önermelisiniz. Gamlı baykuş gibi olumsuz ifadelerden vaz geçmeyenleri de mümkün olduğunca çevrenizde barındırmamalısınız.

Dağ bisikleti ile tepeden ormanın içerisine iniş yarışmasına katılan bir bisikletçiye "Nasıl oluyor da ağaçlara çarpmadan parkuru tamamlayabiliyorsun?" diye sorduklarında şöyle cevap vermişti: "Ağaçlara değil aralarındaki boşluklara odaklanıyorum!"

Evren dediğimiz enerjinin, maalesef böyle bir özelliği var; bir karar aşamasında iken “en kötü ne olabilir ki!?” dediğinizde evren milyonlarca seçenek içerisinden öyle uç bir seçeneği yaşatıyor ki en kötü ne olabilir ki sorusunu sormanın çok yanlış olduğunu çoğu zaman acı biçimde anlıyorsunuz. Çünkü gerçekten yüksek bir enerji ile ağzından dökülen her düşünce gerçek olarak insana geri dönüyor. Bir tılsım gibi adeta. Buraya kadar anlatmaya çalıştıklarım konunun bir tarafıydı. Diğer yönden bakarsak da son zamanların moda deyimi ile olumlama yaptığımızda da evrenin güzel şeylerle bize geri dönmesi son derece büyük bir olasılık. Mevlana’nın sözü gibi, “Misal alemindeki olumlu ihtimalleri uyandırmak lazım

 

11 Nisan 2025 Cuma

128.11.04.2025 - KORKU GÖLGESİNDEKİ FİKİRLER (2) (Göynük Gazetesi)

 


KORKU GÖLGESİNDEKİ FİKİRLER (2)

            Kişisel bir dijital arşivim var, bir blog. Hasbelkader 2009’dan bu yana yazı yazıyorum yerel gazetelerde. Bahsettiğim dijital arşivde o tarihten bu yana yazdığım tüm yazılar var. Bazen bu arşive göz atıyorum, geçmişte neler yazmışım diye. Hem üslubumu değerlendirmek hem de deneme tarzında yazdığım bu yazılarda savunduğum düşünceler ne oranda değişmiş ya da değişmiş mi onu görmek için… Adeta kendimi matematikteki sağlama’ya tabi tutmak adına fayda getirdiğine inanıyorum bunun.

         Öncelikle belirtmeliyim ki yazı yazdığım hiçbir gazete, yazdıklarımdan dolayı beni sansür etmedi. Bazen, özellikle de şu son dönemde, yazılarımın çok yumuşak olduğu yönünde tepkiler alıyorum. Yazdıklarım, otosansürümden defalarca geçirdikten sonra baskıya verilen yazılardır, bunu belirtmeden geçmek olmaz.

Başlığın tıpkısını 2013 yılının kasım ayında yazdığım bir yazıda da kullanmıştım. Şimdiki aklımla okuduğumda bir hayli de sert bir üslupta kaleme aldığımı gördüğüm bu yazıda özetle bireylerin fikirlerini özgürce dile getiremeyişinden hareketle, özellikle benim gibi amatör ruhla yazı kaleme alan kişilerin bazı korkular içerisinde fikir beyan edebildiklerini belirtmiştim. Yazıda en çok dikkatimi çeken paragraftan bir bölümü sizlerle paylaşmakta beis görmüyorum.

    Aksak ve yanlış gördüklerimi kaleme alırken, ki bu her bir ferdin korkusuzca yapabilmesi gereken bir şey, geride bırakmak zorunda kalabileceğim insanları düşünmek ve yıllarca çaba sarf ederek oluşturmaya çalıştığım “iyi insan” olgusunu silebilecek orantısız tepkilere maruz kalma tedirginliği, benim özgürce yazabilmemin önündeki en büyük engel. Bu bağlamda, gördüğüm olumsuzlukları yazmak dururken kalkıp da sinema-televizyon ya da müzik hakkında yazmak bana, dışarıda millet birbirini kırarken penguen belgeseli göstermek gibi geliyor…

            Bugün geldiğimiz noktada o tarihte yazdıklarımdan daha vahim bir vaziyette olduğumuzu da dehşetle görüyorum. Traji-komik biçimde söylenegelen “Silivri soğuktur!” söz öbeği, bir espriden öte anlamlar ihtiva ediyor artık. Fikir suçlusu kavramı yerini yavaş yavaş sadece suçluya bırakmak üzere. Hukuktaki genel kural masumiyet karinesi ve bu çerçevede “aksi ispatlanana kadar herkes masumdur” sözü “masumiyeti ispatlanana kadar herkes suçludur”a evrilmiş gibi sanki. Genelde gazeteci ve yazarların fikir suçlusu olarak kapatıldığı ceza ve tevkif evleri, artık en üst düzeyden siyasetçiler, aktör ve aktrisler, oyuncu ajansı sahipleri, gençler, ev kadınları, yaşlılar, öğrenciler gibi uzayıp giden bir liste halinde toplum katmanlarını ağırlamaya başladı. Ağırlamak doğru kelime mi tartışılır elbette, biraz da ironi olsun diye yazdım varsayın siz onu. Bundan daha vahim olmak üzere, bahsettiğim bu insanlar hakkında, televizyon kanallarında ellerinde vileda sopası ile konuşan tiplerce haysiyet cellatlığı yapılmakta. Önceden “yargıya intikal etmiş bir konu olduğundan konuşmam doğru olmaz” diyerek sınırlarını bilen insanlar, artık yargıya intikal etmiş konulardaki kulaktan dolma bilgilerini (ya da bilgisizliklerini) fütursuzca söyleyebiliyor hiçbir çekinceleri olmaksızın. Hem de bağıra bağıra. Çok uzak olmayan bir geçmişte “başka davalarda” da benzer yaygaralar koparılmıştı. Sonra hepsinin, devlet içinde devlet olmaya çalışan bir örgütün kumpası olduğu anlaşıldığında aynı tiplerin “biz kumpas olduğundan emindik zaten” diyerek su üstüne çıktığına da şahit olmuşluğumuz var.

            Biz bunlarla meşgul edilirken sessiz sedasız İklim yasası taslağı hazırlandı ve muhtemelen virgülüne dokunmadan yasalaşarak yürürlüğe girecek. Konunun uzmanlarınca değerlendirilen kanun taslağının, zaten bıçak sırtı vaziyette devam eden tarım ve hayvancılığı tümden bitireceği yönünde endişeler dile getiriliyor. Bir zamanlar tarım alanında kendi kendine yeten birkaç ülkeden biri olan ülkemiz umarız ki şu andan daha beter bir vaziyete gerilemez.  

4 Nisan 2025 Cuma

127.04.04.2025 - İNSANLAR BAYRAMDA ÖLMESE (Göynük Gazetesi)


İNSANLAR BAYRAMDA ÖLMESE

 Merhabalar değerli okurlar. Geride bıraktığımız Ramazan Bayramının hiç kuşku yok ki en şoke edici olayı, Kuzeyin Oğlu lakaplı ses sanatçısı ve yorumcu Volkan Konak’ın ani vefat haberiydi.

            Kuzey Kıbrıs’ta verdiği bir konser sırasında sahnede fenalaşan sanatçı, olay anı ve yerinde yapılan tüm müdahalelere rağmen hayatını kaybetti. 1967 yılında Trabzon Maçka’da başlayan hayat macerası, 2025’in 31 Martında Gazimağusa'da son buldu. 58 yıllık yaşantısı boyunca da istisnasız herkesin hayatına dokundu müziği, şarkıları, yorumculuğu ve yaşam felsefesi ile. Işıklar içinde uyusun.

            Çok klasik bir ifade olacak belki ama insanın hayat denilen bu kısacık serüvende daha çok para ve servet yerine güzel anılar, aşk ve iyi insanlar biriktirmesi gerektiğinin güzel bir örneğiydi Volkan Konak. Burs sağlayarak eğitimine katkı verdiği onlarca gencin varlığından, ancak vefat ettiğinde haberi oldu insanların. Çünkü eğitime yaptığı katkıyla, vergidenyırtabilmek” gibi sığ bir amaç için hareket etmiyordu. Dostlar alışverişte görmesindi onun için, hayırsever sanatçı diye bir lakabı olmasın diyeydi. Onun amacı sadece fırsat eşitliği için okyanusa birkaç su damlası bırakmaktı.

            Müziği ve yorumculuğu ile de milyonların hissettiklerine tercümanlık yaptı bir bakıma. Herkesin bir derdi var olsa da içerisinde durup duran, canını yoluna koyduğu mimoza çiçeğinden çekilmez bir adam sıfatına bürünüp uykusuz, aksi ve nalet af dileyen… İçine hapsolmuş çekirdeği olduğumuz bir yeşil eriğimiz de vardır illa ki. Seyyah olup gezdiğimiz şu alemde, gün akşama kavuşsa da bizim adamakıllı bir dosta kavuşamadığımız…Cerrahpaşa’ya olmasa da bizim de “vay sana” diyerek serzenişte bulunacağımız bir yerlere koyduğumuz can yarıları da vardır, kim bilir?! (Gecenin ikisi, parmaklarım klavyede tıkır tıkır işlerlerken kulaklığımda Cerrahpaşa çalmakta. Boğazımsa düğüm düğüm… Çok etkiledi bu adamın ölümü beni nedense)

            Kısacası bu hayattan ve gönüllerimizden bir Volkan Konak geçti. Kendine has tavrı ve duruşu ile kimilerinde derin bir kuyruk acısı oluştursa da ne içindeki Atatürk sevgisinden ödün verdi ne de muhalif çizgisinden. (Yazarın Notu : Ölümünün ardından yazılı ve görsel basının bir kısmı ile sosyal medyanın malum yerlerinden gelen irin ve lağım dolu içerikleri de tarihin tuvalet deliğine atıp üzerlerine sifonu çekmek geliyor içimden…)

Bugün, yani 4 Nisan tarihi de benim kişisel yaşamımda değişik hissiyatta olduğum bir tarih. Dünyaya tam da bu günde arz-ı endam etmişim. Ve doğduğum tarihin tam 40ıncı yıl dönümünde, yine bir 4 Nisanda annemi kaybettim. Hayatın ve kaderin traji-komik bir ironi anlayışı var doğrusu. Yeri gelmişken kendini unutarak tüm yaşamını bana adayan sevgili annemi de anmış olayım.

            Tüm kayıplarımıza ve Volkan Konak’a bir kez daha rahmet, hepinize de sevgi ve sanat dolu günler diliyorum değerli okurlar.


161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...