KORKU GÖLGESİNDEKİ FİKİRLER (2)
Kişisel bir
dijital arşivim var, bir blog. Hasbelkader 2009’dan bu yana yazı
yazıyorum yerel gazetelerde. Bahsettiğim dijital arşivde o tarihten bu yana
yazdığım tüm yazılar var. Bazen bu arşive göz atıyorum, geçmişte neler yazmışım
diye. Hem üslubumu değerlendirmek hem de deneme tarzında yazdığım bu yazılarda
savunduğum düşünceler ne oranda değişmiş ya da değişmiş mi onu görmek için… Adeta
kendimi matematikteki sağlama’ya tabi tutmak adına fayda getirdiğine inanıyorum bunun.
Öncelikle
belirtmeliyim ki yazı yazdığım hiçbir gazete, yazdıklarımdan dolayı beni sansür
etmedi. Bazen, özellikle de şu son dönemde, yazılarımın çok yumuşak olduğu
yönünde tepkiler alıyorum. Yazdıklarım, otosansürümden defalarca geçirdikten
sonra baskıya verilen yazılardır, bunu belirtmeden geçmek olmaz.
Başlığın tıpkısını 2013
yılının kasım ayında yazdığım bir yazıda da kullanmıştım. Şimdiki aklımla
okuduğumda bir hayli de sert bir üslupta kaleme aldığımı gördüğüm bu yazıda
özetle bireylerin fikirlerini özgürce dile getiremeyişinden hareketle,
özellikle benim gibi amatör ruhla yazı kaleme alan kişilerin bazı korkular
içerisinde fikir beyan edebildiklerini belirtmiştim. Yazıda en çok dikkatimi
çeken paragraftan bir bölümü sizlerle paylaşmakta beis görmüyorum.
“Aksak
ve yanlış gördüklerimi kaleme alırken, ki bu her bir ferdin korkusuzca
yapabilmesi gereken bir şey, geride bırakmak zorunda kalabileceğim
insanları düşünmek ve yıllarca çaba sarf ederek oluşturmaya çalıştığım “iyi
insan” olgusunu silebilecek orantısız tepkilere maruz kalma tedirginliği,
benim özgürce yazabilmemin önündeki en büyük engel. Bu bağlamda, gördüğüm
olumsuzlukları yazmak dururken kalkıp da sinema-televizyon ya da müzik hakkında
yazmak bana, dışarıda millet birbirini kırarken penguen belgeseli
göstermek gibi geliyor…”
Bugün
geldiğimiz noktada o tarihte yazdıklarımdan daha vahim bir vaziyette olduğumuzu
da dehşetle görüyorum. Traji-komik biçimde söylenegelen “Silivri soğuktur!”
söz öbeği, bir espriden öte anlamlar ihtiva ediyor artık. Fikir suçlusu
kavramı yerini yavaş yavaş sadece suçluya bırakmak üzere. Hukuktaki
genel kural masumiyet karinesi ve bu çerçevede “aksi ispatlanana
kadar herkes masumdur” sözü “masumiyeti ispatlanana kadar herkes
suçludur”a evrilmiş gibi sanki. Genelde gazeteci ve yazarların fikir
suçlusu olarak kapatıldığı ceza ve tevkif evleri, artık en üst düzeyden siyasetçiler,
aktör ve aktrisler, oyuncu ajansı sahipleri, gençler, ev kadınları, yaşlılar,
öğrenciler gibi uzayıp giden bir liste halinde toplum katmanlarını ağırlamaya
başladı. Ağırlamak doğru kelime mi tartışılır elbette, biraz da ironi
olsun diye yazdım varsayın siz onu. Bundan daha vahim olmak üzere, bahsettiğim
bu insanlar hakkında, televizyon kanallarında ellerinde vileda sopası ile
konuşan tiplerce haysiyet cellatlığı yapılmakta. Önceden “yargıya intikal
etmiş bir konu olduğundan konuşmam doğru olmaz” diyerek sınırlarını bilen
insanlar, artık yargıya intikal etmiş konulardaki kulaktan dolma bilgilerini
(ya da bilgisizliklerini) fütursuzca söyleyebiliyor hiçbir çekinceleri
olmaksızın. Hem de bağıra bağıra. Çok uzak olmayan bir geçmişte “başka
davalarda” da benzer yaygaralar koparılmıştı. Sonra hepsinin, devlet içinde
devlet olmaya çalışan bir örgütün kumpası olduğu anlaşıldığında aynı tiplerin “biz
kumpas olduğundan emindik zaten” diyerek su üstüne çıktığına da şahit
olmuşluğumuz var.
Biz
bunlarla meşgul edilirken sessiz sedasız İklim yasası taslağı hazırlandı ve
muhtemelen virgülüne dokunmadan yasalaşarak yürürlüğe girecek. Konunun
uzmanlarınca değerlendirilen kanun taslağının, zaten bıçak sırtı vaziyette
devam eden tarım ve hayvancılığı tümden bitireceği yönünde endişeler dile
getiriliyor. Bir zamanlar tarım alanında kendi kendine yeten birkaç ülkeden
biri olan ülkemiz umarız ki şu andan daha beter bir vaziyete gerilemez.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder