27 Nisan 2011 Çarşamba
0047-28.04.2011.Nostaljik Bir bakış
20 Nisan 2011 Çarşamba
0046-21.04.2011.Şampiyonluk Hayal Mi?!
Şampiyonluk Hayal Mi?!
Değerli okurlarıma selam ve sevgiler sunmak istiyorum. Genelde spor yazmamaya çalışıyorum. Özellikle de futbolu ve Boluspor’u... Zira olayın içerisinde olan, dış saha maçlarında dahi Boluspor’u takip eden birçok değerli ve sıkı Bolusporlu yazarın bulunduğu bir ortamda Boluspor’la ilgili yazı yazmak bana haddimi aşmakmış gibi geliyor. Ama geldiğimiz noktada âcizane birkaç kelime etmeyi de, öz be öz Bolulu biri olarak kendimde hak gördüğümdendir ki bu satırları okumaktasınız.
2010 yılının Haziran ayı başında göreve gelen Sayın Levent Eriş, imza töreni ardından yaptığı açıklamada aynen şunları söylemişti:
“Boluspor'un Süper Lig'de olması için el birliği ile birlikte hareket etmek durumundayız. Sadece ben ve ekibimin şampiyonluğu istiyoruz diye bir başarıya ulaşma gibi bir düşüncemiz yok. Bu bir ekip çalışmasıdır. Başkanımızdan yönetim kurulumuza, taraftarımızdan basınımıza kadar herkese görev düşüyor. Kimseye hayal tacirliği yapmayacağız, ayağımızı da yorganımıza göre uzatarak, kesinlikle kulübümüzü en ufacık bir zarara uğratmadan hayırlısıyla hedefe ulaşacağız. Bu hedefe ulaşmak için her şeyi yapacağız.”
Hayal tacirliği yapmama iddiasında olan Sayın Eriş, 2010’un Aralık ayında Giresunspor ile anlaştığı yönünde hakkında çıkan haberlere sert tepki göstererek şöyle demişti:
“Yeter kardeşim, yeter! Ben enerjimi bu tür dedikodulara değil, takımıma vermek istiyorum. Ben Başkanıma, yönetime, futbolcuma ve taraftarıma söz verdim. Sezon sonuna kadar takımımın başındayım. Ve bu takımı şampiyon yapacağım.”
Çok değil, Gaziantep büyükşehir Belediyespor maçı öncesinde ise Levent Bey’in şu demeci yansıdı basına:
“Kalan maçlar sonrasında Boluspor ligde ilk 2 içerisinde yer alacak. Amacımız ve çalışmamız bu doğrultuda. Önümüzde en önemli maçlardan bir tanesi var. Sonrası beni hiç ilgilendirmiyor.”
2011 yılının Nisan ayındayız ve 2 puan daha kaybedilen Rizespor maçı sonrasında Sayın Eriş’in görüşleri şu şekilde:
“Ne diyeceğimi bilmiyorum. Geride kalan 5 haftada 15 puan almak istiyorduk. Ancak bütün ümitlerimizi yitirdik. 90 dakika mücadele eden, gol arayan bizdik. Ancak galibiyet golünü bulamadık. Taraftarlarımızı yine çok üzdük. Onlar bunu hak etmiyorlar. Ama söyleyecek fazla bir şey kalmadı. Biz ilk ikiden olmasa bile play-off'lardan bu takımı Süper Lige çıkartmak için elimizden geleni yapacağız.”
Dikkat edilirse Sayın Eriş’in demeçlerinde kronolojik olarak bir hedef küçültme var. Hayal tacirliği yapamama iddiası ile göreve gelen bir teknik adamın zaman içerisinde takımı şampiyon yapmaktan play-offlardan takımı Süper Lige çıkarmaya gayret etmeye kadar devam eden geniş bir yelpazedeki iddiaları artık maalesef hiç kimseyi tatmin edemeyecek bir vaziyette. Ligden ihraç edilmesi gündemde olan Diyarbakırspor’dan gelecek olan +2 puanı hesap ederek “şampiyonluğun en büyük adayı Boluspor’dur” mealinde bir yazı kaleme alan Sayın Kamuran Alagözoğlu’nun bu düşüncesine ise maalesef katılamayacağım.
Özellikle son haftalardaki maçları çıplak gözle izleyen ve izleyici olmanın ötesinde hiçbir teknik bilgiye sahip olmayan dostlarımın ortak kanaati ne biliyor musunuz? Takımda müthiş bir ikilik olduğu! Takımda Levent Eriş’in adamları ve diğerleri diye bir ikilik varsa eğer, yitip giden umutlar var demektir. Hiç kimse için değil de yağmur çamur, sıcak soğuk demeden takımını gönülden destekleyen, bunu yaparken kendi şehrinin polisinden dayak yemeyi bile göğüsleyen, “Bu sene o sene” masalları ile ağzına bir parmak bal çalınan cefakâr, vefakâr Boluspor taraftarı için üzülürüm. Bir de içlerinden Merhum Şerafettin Gülşen (Şeref Dedem) gibi birini tanıdığım için gurur duyduğum, Boluspor kurucuları için… İnşallah Boluspor Süper Lige çıkar da ben bu yazdıklarımdan utanırım.
Hepinize sevgiler sunuyorum değerli okurlar…
13 Nisan 2011 Çarşamba
0044-14.04.2011.Demokrasi ve Seçimler
DEMOKRASİ ve SEÇİMLER
Selam ve saygılar sunuyorum değerli okurlar. Eskilerin deyimi ile “seçim sath-ı mahalli”ne girmeye başladığımız şu günlerde, ben de âcizane milletvekili aday adaylığı ve aday belirleme süreci ile seçim sistemi hakkında birkaç söz etmek isterim müsaadenizle.
Malum Bolumuz küçük bir şehir. Bir sonraki seçimde Milletvekili sayımızın üçten ikiye düşme riski, Demokles’in Kılıcı gibi tepemizde bekleyedursun, önümüzdeki 12 Haziran Genel Seçimleri’nde Bolu Milletvekili payesi ile Ankara’ya doğru yola çıkmaya hazırlanan adayların belirlenmesi süreci toplum nezdinde tepki aldı. Aslına bakılırsa Milletvekili adaylarının parti genel başkanlarınca belirlendiği süreç senelerdir siyasetle uzaktan ya da yakından ilgilenen herkesin ortak yarası gibi. Oysa aday belirleme süreci ile kamuoyunun gündemine gelen ve seçimlerin sonuçlarının açıklanması ile ortaya çıkan tablonun değerlendirilmesi sırasında birazcık daha gündemde kalan ve bir sonraki seçim dönemine kadar unutulan bir gerçek var: O gerçek de Siyasi Partiler ve Seçim Yasaları’nın değiştirilerek daha demokratik bir hale getirilmesi gerekliliği… Her ne hikmetse bu gereklilik, seçim dönemlerinde anımsanıp daha sonra ise balık hafızamızdan siliniveren bir durum… İktidarından muhalefetine tartışmasız herkes Siyasi Partiler ve Seçim Yasalarından memnuniyetsizliğini dile getirirken, bunları daha demokratik bir hale sokmak adına hiç kimseden bir hareket görmüyoruz maalesef. Bugün bir değişiklik yapılsa dahi 12 Haziran 2011 seçimlerinde değil, onu takip eden seçimlerde, yani 2015 yılındaki seçimlerde uygulanabileceğinden midir bilinmez, harekete geçmede bir isteksizlik var sanki. Oysa ki bu değişim bir gereklilik bana kalırsa.
Şu anki durumu kısaca özetlersek; her ne kadar aksi savunulsa da, parti genel başkanlarının iki dudağı arasından geçiyor milletvekili adaylığı. Liyakat denen olgunun yerini ise parti başkanına koşulsuz destek vermek ya da onunla ortak bir geçmişten geliyor olmak alıyor bir bakıma. Seçmen de ortaya çıkan isimleri seçmek zorunda bırakılıyor. En basit hali ile ilköğretimde öğretilen “Cumhuriyet halkın kendi kendini yönetmesidir” ifadesinin tümüyle tersi bir durum bu. Zira halk yöneticilerini kendisi seçmemekte, kendisine dayatılanı seçmek zorunda kalmakta bu durumda. 1980’lerin sonunda merhum Turgut Özal tarafından uygulamaya konulan ancak uzun ömürlü olmayan, “Tercihli Oy Sistemi” de cılız olmasına karşın, demokratik manada olumlu bir çabaydı. Aday adayı olmuş kişiler içinden adayları partililer değil, bizzat halk sandık başında seçiyordu bu sistemde. Adaylığa aday olan kişilerin parti üyelerince oylanarak sıralandığı ön seçim sisteminin ise çok fayda sağlayacağını düşünüyorum. Zira parti başkanları da sultanlığını ilan etme fırsatından mahrum kalacak, parti içi demokrasi başta olmak üzere genel manada “ileri demokrasi”ye de işlerlik kazandırılmış olacaktır. Yüzde 10’luk ülke barajı sistemi ise Türk Demokrasisi’nde kocaman bir kambur olmaktan başka hiçbir faydası olmayan, işlevselliğini yitirmiş bir uygulamadan ibaret… Geçmiş dönemde barajı aşamadığı halde bağımsız statüde seçilerek Meclis’te grup kuran partiler gördük. Baraj tümden kaldırılmadan, yüzde 5 seviyesine çekilebilir ve meclis dışında kalan partilere oy veren insanların da temsil hakları ellerinden alınmamış olur böylelikle. Partiler arası ittifaklara olanak sağlayan düzenlemeler de yapılmalıdır ki; fiiliyatta partiler arasında gördüğümüz “çatı” problemi de ortadan kaldırılmış olsun. Elbette bunları gerçekleştirebilmek için öncelikle istek olmalı… İstek olduktan sonra ayrıntılar üzerinde uzlaşılır kanaatindeyim.
Son olarak, 12 Haziran seçimlerinin makro bağlamda ülkemiz ve çevre ülkeler için, mikro bağlamda da ilimiz için hayırlı sonuçlar doğurmasını diliyorum. Umutsuzluk seçmene yakışmayan bir durumdur; umutsuzluğa kapılmadan, akilane davranarak sandığa gidip oyunuzu verin. Oy vermenin bir görevden daha çok bir hak olduğunu ve hakkınıza sahip çıkmanın geleceğinize sahip çıkmak olduğunu zerrece aklınızdan çıkarmayın lütfen. Hepinize sevgi ve selamlarımı sunuyorum.
7 Nisan 2011 Perşembe
0043-08.04.2011.Ö-Se-Ye-Me Hakkımı Yeme!
Ö-Se-Ye-Me Hakkımı Yeme!
Merhabalar. Geçtiğimiz günlerde yapılan Yükseköğretime Geçiş Sınavı YGS’de şifreli şık sıralaması iddialarıyla geçen bir haftayı geride bıraktık. Ancak iddiaların ve karşıt görüşlerin ardı arkası kesilecek gibi görünmüyor. Konu hakkında uzun uzadıya bilgi verecek değilim; zira yazılı ve görsel bazda yayın yapan ulusal basında boy boy tefrika edildi, edilmeye de devam edecek gibi…
Son dönemde özellikle geçtiğimiz yıl yapılan ve sistemli kopya iddialarıyla iptal edilen KPSS’nin ardından ÖSYM’nin bu yıl düzenlediği ilk büyük çaplı sınavdan sonra ortaya çıkan bu iddialar Kurum’u epeyce yıprattı bence. Olan yine emek harcayıp sınava girerek bilgisi ve yeteneğinin adil biçimde ölçüleceğine inanan mazlumlara oluyor, olacak. Zira iptalin ardından verilen ve KPSS’de Eğitim Bilimleri testinde 120 soruda 120 doğru yanıt veren “Süper Zeka” sözüm ona “öğretmen”lerin atamalarının kesinlikle yapılmayacağı sözü maalesef boşa çıktı. Bu “hanımefendi” ve “beyefendi”lerin çoğunluğunun yaptıkları hırsızlık yanlarına kâr kaldı ve bunlar atandılar. Neyse, bu ayrı bir tartışmanın konusu... Asıl konumuz, onyıllardır hiçbir şaibeye yer bırakmadan hakkaniyetle ölçme ve değerlendirme yapan ÖSYM’nin halk nezdinde güvenilirliğinin neredeyse sıfırlanmış olması. İnsan faktörünün olduğu her yerde “hata”ların olması normaldir. Ancak bu masum hatalar, sistemli bir kayırma aracı olup, emek, zaman ve para harcayan insanların bu harcamalarını gasp eder boyuta ulaşırsa durum o zaman durum çok vahim bir hal alır. Bu tür sınavlarda sadece bir doğru yanıt farkla binlerce kişiyi sollama şansı, şans olmaktan çıkarılıp, sollama “kollama”ya dönüşürse bunun vebalinden kimse kaçamaz.
KPSS Skandalı’nın ardından, önce “Yok böyle bir şey” diyerek iddiaları reddeden, Emniyet ve Devlet Denetleme Kurulu incelemelerinin ardından olayı kabullenircesine istifa eden ÖSYM eski Başkanı Ünal Yarımağan’ın, YGS Skandalı’nın ardından “Hata olarak kabul edilemeyecek kadar vahim. Zaten KPSS’deki durumu da o zaman ben söyleyememiştim” mealindeki beyanı ise insanı acı acı gülmeye iten bir yapıdaydı. Yıllar yılı devlet kademelerinde memur olarak çalışıp emekli olduktan sonra memurken yaptığı / söylediği herşeyin tersini savunan insanlar görmeye alışkınız. Dolayısıyla Ünal Bey’in bu çıkışı beni hiç şaşırtmadı desem yeridir. Masanın bu tarafında oturmaktan her zaman için farklıdır masanın diğer yanı… Şimdiki ÖSYM Başkanı Ali Demir de ilk başta kesin bir dille iddiaları reddetti reddetmesine fakat daha sonra kendi deyimi ile “acemilik” yaptıklarını itiraf ederek, “Eğer sınav iptal edilirse yenisini yapabiliriz” dedi ve sanki olayın üstüne “tüy dikti”! Ama maalesef daha acı olanı, iddiaların gerçek olup olmadığı yetkili kurum ve kuruluşlarca ispat edilmeden Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu tarafından olayın kat’iyetle reddedilmesi oldu kanımca. Devletin Milli Eğitim Bakanı’na yakışan “İddialar bizi üzdü. Hiç kimsenin hakkının zayi olmasını istemeyiz. Olayın araştırılması için gerekli merciler göreve davet edilmiştir. Ayrıca ben de bağımsız uzmanlardan oluşan bir kurul tertip ettim. En kısa sürede araştırma tamamlanarak sonuçlar kamuoyu ile paylaşılacaktır.” demesi idi. Aksine Sayın Bakan külliyen red yolunu seçti.
İdareci sıfatındaki insanlar için bir kıssa ile bu haftanın yazısını tamamlamak isterim. Ömer Bin Abdülaziz Halife olduğunda hatırlı büyüklerine kendisine akıl vermelerini rica eden bir mektup yolladı. Gelen cevaplar ibretlikti:
“İnsanları baba, kardeş ve oğlun gibi bil. Babana iyilikte bulun, kardeşini kolla, oğluna da şefkatli davran!”
“Kendin için istediğin şeyleri insanlar için de iste, istemediklerini insanlar için de isteme. Unutma ki ilk Halife sen değilsin ve sen de bir gün öleceksin.”
Hepinize adaletli ve güzel günler dilerim değerli okurlar.
161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)
DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...

-
Çanakkale Yılmaz ÖZDİL 1915 yılıydı. Avustralya’da, New South Wales eyaletinde, Broken Hill kasabasından geçen trene ateş açıldı, b...
-
ROK and Roll!!! Merhabalar sevgili okurlar. Öncelikle geçmiş Ramazan Bayramınızı kutlamak isterim. Umarım bu bayram eşiniz, dostlarınız ve...
-
Kırmızı Kalemli İnsanlar Merhabalar. Geçen hafta yayımlanan ilkyazımızın başlığı 3üncü Köy yerine, tarihin tozlu raflarına kaldır...