20 Temmuz 2025 Pazar

146 - 20.07.2025- MUSK’IN GROK’U BİZİM MANKURTLUĞUMUZ (Göynük Gazetesi)

 


MUSK’IN GROK’U BİZİM MANKURTLUĞUMUZ

            Sosyal medyayı kullanıyor musunuz? Abes bir soru oldu kabul ediyorum. Soruyu “Sosyal medyayı hangi sıklıkta kullanıyorsunuz?” şeklinde yönelteyim. Yapılan araştırmalar dünyada sosyal medya denen bilgi karmaşasını en yoğun kullanan insanların bu coğrafyada olduğunu söylüyor. Teknoloji geliştikçe sosyal medya platformlarına yapay zekâ (AI) robotları da eklenmeye başladı. 

Son günlerin flaş konusu da eski adı Twitter olan, kamuoyunda tartışmalı bir figür olan elon musk tarafından satın alındıktan sonra X adını alan platformun yapay zekâsı Grok. Aslında Grok’ta bir numara yok da onun algoritmasına ve çekirdek kodlarına her nasılsa eklenmiş olan küfürbazlık insanların ilgisini çekti. Bu özelliğin farkına varan insanımız da üzerine gittikçe daha çok ilgi gösterdi. Olay siyaset dünyasındaki figürlere gelip dayanınca dünyada ilk ve tek olmak üzere bir yapay zekâ algoritması mahkemelik oldu ve erişim engeline takıldı. İfrat ve tefritte uçlarda yaşıyoruz ve biri bir şey yaptığında karşıt görüşteki öbürünün ondan geri kalmamak adına verdiği tepkiler de aynı sertlikte ve ölçüsüzce karşılık buluyor. Sosyologların bunu derinlemesine araştırması çok iyi olur kanaatindeyim.

İyi de elon musk denen bu adam neden sayısız isim alternatifi varken bu yapay zekaya Grok adını bahşetti acaba? Haydi bu sıradışı seçimin nedenlerini araştıralım biraz.

Grok kelimesi ilk defa 1961 yılında Robert Heinlein tarafından kaleme alınan Stranger in a Strange Land (Yabancı Bir Diyardaki Yabancı) adlı kült romanda karşımıza çıkıyor. Romanda Heinlein grok kelimesini anlamak fiilinin daha derin bir formu olarak, bir şeyi derinlemesine kavramak, özdeşleşmek, onunla adeta onunla bir olmak manasında kullanıyor. Yani sıradan bir anlama faaliyeti değil varlık düzeyinde bir içselleştirme söz konusu. Yani bir şekilde anladım değil oldum.

            Grok kelimesi zamanla bilimkurgu dünyasının sınırlarını aşarak teknoloji ve bilişim dünyasında, özellikle de yazılım geliştiricilerin ve hackerların jargonunda yer etti. Dönem, 1970’lerdi. Yani yazılım geliştiriciler eğer bir kodu ya da sistemi “grok etmek”ten bahsediyorsa bu, o kodu çalıştırmak yerine derinlemesine kavramak demekti.

            Elon Musk’ın kurduğu xAI şirketi yapay zekâ agoritmasına Grok adını veriken tesadüfi bir seçim yapmadı aslında. Musk, Heinlein’in eserlerinden fazlasıyla etkilenen bir isim. Dolayısıyla yapay zekaya bu adı verirken Grok’un sadece bilgi vermesini değil konuyu sezgisel olarak kavrayıp içselleştirmesini tasvir etmek istemiş olmalı. Yani Grok sadece sorulan sorulara cevap veren değil adeta düşünen ve hatta hisseden bir yapay zekâ modeli.

            Günümüzde İngilizce sözlüklerde to grok fiilinin karşısında, bir şeyi derinden anlamak, adeta onunla bir olmak ifadesi yer alıyor. Bu da demek oluyor ki edebiyatçıların romanlarındaki hayal gücü, gündelik hayatta kullanılan bir kelime üretebilme gücünü de beraberinde getiriyor.

            Buna benzer bir başka örnek de rahmetli Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un Gün Olur Asra Bedel adlı romanında kullandığı mankurt kelimesi. Gündelik hayatta “ulusal kimlikten uzaklaşan, içinde bulunduğu topluma yabancılaşan anlamında kullandığımız mankurtlaşma kelimesi de Grok kelimesindeki gibi bir yaratıcılığa güzel bir örnek.

            Kısacası, teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, kullandığı kavramlar ve yarattığı anlamlar yine insana ve insanın hayal gücüne dayanıyor. Belki de asıl mesele, Grok gibi algoritmaları değil, o algoritmaların hangi kelimelerle, hangi niyetlerle donatıldığını groklayabilmekte gizlidir. Çünkü kimi zaman bir kelime, bir dönemin ruhunu ele verebilir.

13 Temmuz 2025 Pazar

145 - 11.07.2025 - SREBRENİTSA’YI HATIRLAMAK YA DA HİÇ UNUTMAMAK (Göynük Gazetesi)

 


SREBRENİTSA’YI HATIRLAMAK YA DA HİÇ UNUTMAMAK

1991’in Aralık ayı... Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler Birliği dağılmış, Batı dünyası “zafer sarhoşluğu”na başlamıştı. Gorbaçov ve Reagan’ın el sıkıştığı o meşhur Reykjavik zirvesinde sadece nükleer silahlar değil, ideolojik iktidarlar da masaya yatırılmıştı. Hollywood filmleri Sovyet sinemalarında boy gösterirken, doğu blokunun kalelerinde artık yalnızca propaganda afişleri değil, çöküşün ayak sesleri de asılıydı.

Yugoslavya da bu çöküşten nasibini aldı. Slovenler, Boşnaklar, Hırvatlar, Makedonlar, Sırplar, Karadağlılar… Hepsi bir zamanlar Tito’nun demir yumruğu altında susan halklardı. Ne var ki, o yumruk gevşeyince herkesin içinden bir başka hesap çıktı. Kimi ulus, kimisi mezhep, kimisi de eski kinin peşine düştü. Mostar Köprüsü’nün top ateşiyle yıkılması sadece bir taş yapının değil, birlikte yaşama fikrinin de yerle bir oluşuydu adeta.

Ama daha kötüsü hatta en utanç verici olanı; Srebrenitsa’ydı.

1995 Temmuz’unda, Birleşmiş Milletler’in “güvenli bölge” ilan ettiği bu kentte tam 8.300 Boşnak, Radko Miladiç’in emrindeki Sırp güçleri tarafından katledildi. Hollandalı komutan Thom Karremans, kendisine sığınan binlerce insanı acımasız katillere gülerek teslim etti. Teslim töreninde hediyeleşme sahneleri bile vardı. Adeta bir diplomatik düğün provası gibi. Oysa zemin kana bulanmak üzereydi!

O günlerde televizyonda ne vardı, hatırlıyor musunuz? O dönemde yerli dizi sektörü şimdiki gibi olsaydı bizler muhtemelen “yaz dizisi” izliyor olurduk. Sırp ve Hırvat keskin nişancılar çocukların alnına kurşun sıkarken, bizler dondurma reklamlarını ağzımız sulanarak izliyorduk belki de. Vicdan, yayın akışına dahil değildi.

15 yıl sonra Hollanda mahkemesi “evet, suçluyuz ama birazcık” dedi. Lahey Adalet Divanı soykırım dedi ama Sırbistan’ı akladı. Katliamın organizatörleri “şöyle böyle” cezalar aldı. Dünya, önce izledi, sonra unuttu.

Ama bizim unutmamamız gerekiyor. Çünkü orada katledilenler sadece Boşnaklar değildi. Onlar, Osmanlı’dan kalan birer emanet, 600 yıllık bir kardeşliğin simgesiydi. Ve maalesef biz o emanete sahip çıkamadık.  Üstelik toplanan yardım paralarının kimlerin hesabında repo yapıldığı, bugün bile muamma.

Ve şimdi, geldiğimiz noktada yine bir Osmanlı emaneti olan Filistinliler de benzer bir soykırımın kurbanı olmaktalar. Miladiç’in yerinde de Netenyahu var. Ortaya çıkan durum ise şu: Srebrenitsa yalnızca orada olmadı. Her “görmedim, duymadım” dediğimizde, aslında biz de yeni bir Srebrenitsa'ya daha kapı araladık. Belki coğrafyamız farklı, ama utanç hep aynı.

Srebrenitsa’da, Filistin’de ve ismini zikredemediğimiz her yerde katledilen insanları rahmet ve sevgiyle yad ediyoruz...

6 Temmuz 2025 Pazar

144 - 06.07.2025 - TANSİYON DÜŞÜK, ZAM YÜKSEK (Göynük Gazetesi)

 


TANSİYON DÜŞÜK, ZAM YÜKSEK

Önümüzdeki Pazartesi günü, yani 7 Temmuz’da, bu yılın Ocak ayında yaşadığımız Grand Kartal Hotel faciasının ilk duruşması görülecek. Trajedinin ilk günlerindeki toz duman içerisinde yetki alanı tartışmaları yaşanmıştı anımsayacaksınız. Bir bakan da 10 gün içerisinde her şeyin belli olacağı açıklamasını yapmıştı ancak davanın ilk duruşmasının görülmesi bile 6 ayı buldu. Temennimiz, bu dava sürecinin hızla ve adil bir şekilde işlemesi; hem mağdurlar hem de kamu vicdanı adına bu trajedinin layıkıyla aydınlatılması.

Gündelik yaşama gelirsek; Mayıs ve Haziran ayı enflasyonuna bakılırsa memlekette her şey sütliman. Market rafları bayram yeri, kira fiyatları çeyrek altın kıvamında, TÜİK’in hesabına göreyse enflasyon cep yakmıyor. Hâl böyle olunca temmuzda memur da, emekli de, Bağ-Kur’lu da birkaç puanlık bir artışla yetinmek zorunda kaldı. Şu meşhur orta vadeli programın en büyük eksikliği insan faktörü olsa gerek. Piyasadan parayı çekerek, yani sıkı para politikası uygulayarak kamu harcamalarını kesmek enflasyonu düşürür belki ama bu düşüş sabit gelirli diye nitelendirilebilecek olan işçi, memur vb kesimlerde refah anlamında bir pozitif etki göstermiyorsa çok da bir anlam ifade etmeyecektir. Ediyor olsaydı uzun yıllardır enflasyonun yüzde 2 gibi oranlarda seyrettiği Afrika kabile devletlerinde müreffeh bir ortam olurdu.

            Finansçı ile iktisatçı arasındaki fark da böyle anlarda ortaya çıkıyor işte… Finansçı rakamlardan başka bir şeyle ilgilenmezken, iktisatçı uyguladığı her ekonomik programda insanı odak noktasına koyan kişidir.

Asgari ücretli, memur ve emeklinin aldığı zam henüz cebe girmeden, vergi, resim ve harçlara gelen zam ışık hızı ile kapıya dayandı. Temmuz’un ilk haftasında vatandaş sokağa çıkmadan vergi güneşine çarpıldı. Öyle bir ısı yayıyor ki bu zamlar, gölgede bile fazlasıyla yanıyoruz.

Ve doğalgaz... Hani şu “yerli ve milli” gazı keşfetmiştik ya Karadeniz’in koynunda. Bulunan gaz yerli ama zamlar ithal! Temmuzla birlikte konutlara uygulanacak yüzde 25’lik zamla “ısıtmayan ısınma” devri başladı. Kışın üşüyen yoksulun üstüne bir de yazın terleten faturalar bindi. İroniye bakın ki mevsim yaz, havalar sıcak, ama yoksulun içi daha bir üşüyor. Birçok kişiden soba yakmaya geri dönecekleri yönünde sözler duyuyorum. Bense doğalgaz faturamı cebimde taşıyorum. Malum, bir zamanlar “Açın pencereleri, kökleyin kombileri, artık doğalgaz patronuyuz” diyenler olmuştu. Bir gün karşılaşırız da faturayı gösterir, “Patronluk bu muydu gerçekten?” diye sorma fırsatım olur belki.

Kısacası yangın sadece bir otelde ya da kundaklanan ormanlarda değil, hayatın tam ortasında. Üstelik kimse de sorumlu değil! Enflasyon düşüyor (!), zamlar, pardon güncellemeler ardı ardına geliyor; hukukla yol alınamazken, vergiler duble yola dönüştü!  Memur, emekli, esnaf... Hepsi aynı yangının dumanını soluyor.

Ama üzülmeyin, yılın sonu yaklaşırken birileri yine “reform” kelimesini telaffuz etmeye başlar. Tabii bu reformun hedefi, neredeyse yok olan orta direk ve dar gelirli olur yine. İtibardan değil belki ama insaniyetten tasarruf politikası kararlılıkla devam eder. Çünkü diğer hiçbir şeyin sürdürülebilirliği yok belki ama bu son derece sürdürülebilir! Kim bilir, belki bu kez içimizdeki adalet yangınına da biraz köpük sıkarlar. Beklemedeyiz…

 

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...