SREBRENİTSA’YI HATIRLAMAK YA DA HİÇ UNUTMAMAK
1991’in Aralık ayı... Soğuk Savaş bitmiş, Sovyetler
Birliği dağılmış, Batı dünyası “zafer sarhoşluğu”na
başlamıştı. Gorbaçov ve Reagan’ın el sıkıştığı o meşhur Reykjavik
zirvesinde sadece nükleer silahlar değil, ideolojik iktidarlar da masaya
yatırılmıştı. Hollywood filmleri Sovyet sinemalarında boy gösterirken, doğu
blokunun kalelerinde artık yalnızca propaganda afişleri değil, çöküşün ayak
sesleri de asılıydı.
Yugoslavya da
bu çöküşten nasibini aldı. Slovenler, Boşnaklar, Hırvatlar,
Makedonlar, Sırplar, Karadağlılar… Hepsi bir zamanlar Tito’nun
demir yumruğu altında susan halklardı. Ne var ki, o yumruk gevşeyince herkesin
içinden bir başka hesap çıktı. Kimi ulus, kimisi mezhep, kimisi de eski kinin
peşine düştü. Mostar Köprüsü’nün top ateşiyle yıkılması sadece bir taş
yapının değil, birlikte yaşama fikrinin de yerle bir oluşuydu adeta.
Ama daha kötüsü hatta en utanç verici olanı; Srebrenitsa’ydı.
1995 Temmuz’unda,
Birleşmiş Milletler’in “güvenli bölge” ilan ettiği bu kentte tam 8.300
Boşnak, Radko Miladiç’in emrindeki Sırp güçleri tarafından katledildi.
Hollandalı komutan Thom Karremans, kendisine sığınan binlerce insanı acımasız
katillere gülerek teslim etti. Teslim töreninde hediyeleşme sahneleri bile
vardı. Adeta bir diplomatik düğün provası gibi. Oysa zemin kana bulanmak
üzereydi!
O günlerde televizyonda ne vardı, hatırlıyor musunuz? O
dönemde yerli dizi sektörü şimdiki gibi olsaydı bizler muhtemelen “yaz
dizisi” izliyor olurduk. Sırp ve Hırvat keskin nişancılar çocukların
alnına kurşun sıkarken, bizler dondurma reklamlarını ağzımız sulanarak
izliyorduk belki de. Vicdan, yayın akışına dahil değildi.
15 yıl sonra
Hollanda mahkemesi “evet, suçluyuz ama birazcık” dedi. Lahey
Adalet Divanı soykırım dedi ama Sırbistan’ı akladı. Katliamın
organizatörleri “şöyle böyle” cezalar aldı. Dünya, önce izledi,
sonra unuttu.
Ama bizim unutmamamız gerekiyor. Çünkü orada
katledilenler sadece Boşnaklar değildi. Onlar, Osmanlı’dan kalan birer emanet,
600 yıllık bir kardeşliğin simgesiydi. Ve maalesef biz o emanete sahip
çıkamadık. Üstelik toplanan yardım
paralarının kimlerin hesabında repo yapıldığı, bugün bile muamma.
Ve şimdi, geldiğimiz noktada yine bir Osmanlı emaneti
olan Filistinliler de benzer bir soykırımın kurbanı olmaktalar. Miladiç’in
yerinde de Netenyahu var. Ortaya çıkan durum ise şu: Srebrenitsa
yalnızca orada olmadı. Her “görmedim, duymadım” dediğimizde,
aslında biz de yeni bir Srebrenitsa'ya daha kapı araladık. Belki coğrafyamız
farklı, ama utanç hep aynı.
Srebrenitsa’da,
Filistin’de ve ismini zikredemediğimiz her yerde katledilen insanları
rahmet ve sevgiyle yad ediyoruz...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder