25 Ocak 2012 Çarşamba

0049-26.01.2012.Emek-yoğun


Emek-yoğun

Merhabalar sevgili okurlar. Müflis tüccar önce eski defterleri karıştırırmış derler. Ben de şöyle bir geçmişe baktığımda tam 140 gündür, yani yaklaşık 5 aydır yazı yazmadığımı fark edip aynanın karşısına geçtim ve kendime sert bir bakış fırlattım. Hakaret boyutuna vardırmadan birkaç ağır kelâm da etmedim değil aynadaki siluetime. Sonra birkaç avuç buz gibi suyu suratıma çarptım da azıcık olsun kendime geldim.
Şaka bir yana da sevgili dostlar, bu süre boyunca birçok sıkıntıyla yüz yüze geldim. En yakındakinden başlarsam eğer, işimi kaybettim. Evet, askerliğimi yapıp eve döndüğüm 2001 yılındaki kriz döneminden bu yana ilk kez işsiz kalıyorum ve bu son derece sıkıntı verici bir sürece dönüşmeye başladı. Ayrıldığım işime ise sadece 2 ay önce başladığımı düşündüğümde, “acaba ayrılış kararını vermem çok mu fevrice alınmış bir karardı?” sorusunu kendime sormadan edemiyorum. Ancak her ne kadar bu sorunun yanıtı “Evet”e daha yakın dursa da verdiğim kararın doğruluk oranı daha yüksek geliyor. Zira benden, bugüne değin hep yanında ve bir arada olduğum emek sahiplerinin karşısında yer almam alenen istendiğinde, sırf kendi bekam için savunduğum değerleri yere vurmam beklenemezdi. Şirket içi e-posta trafiği içerisinde “çalışanların haklarını savunduğumdan daha fazla şirket menfaatlerini savunmam gerektiği” bana sert bir dille hatırlatıldığında aslında “sonun başlangıcında” olduğumu anlamıştım. Ama beni bir nev’i uykudan uyandıran da aslında bu oldu diyebilirim. Adına Vahşi Kapitalizm ya da ne derseniz deyin, “kâr maksimize” edilirken “insanlığın minimize” edilmesi, “modern anlamda kölelik”ten gayrı bir anlam taşımaz bana göre. Uzun çalışma saatleri ve buna mukabil ödenen görece düşük ücretlere bir de “yönetim katı”nın atadığı “kapıkulu” tarzı, kahverengi dilli alt kademe yöneticileri de eklenince, emekten başka sermayesi olmayan insanlar için çalışıp eve ekmek götürme süreci gönüllü / gönülsüz işkenceden ibaret bir yaşam tarzına dönüşüyor maalesef.
İşin ilginç bir tarafı daha var ki o da, bu duruma bilerek ya da bilmeden seyirci kalanlardan oluşan izleyiciler tarafı. En yakın örnek, Belediyemizin en beğendiğim hizmetlerinden biri olan başıboş hayvan barınağında hasbelkader soğuktan ölen köpek mevzuunda, adeta bir bardak suda koparılan fırtına. Sözde hayvan haklarını savunanlar ve bir kısım medya, aynı hafta içerisinde evine ekmek götürebilmek adına çalışırken çöp toplama aracının presine sıkışarak feci şekilde hayatını kaybeden Sezai Halıcı için iki satırlık haberi bile çok görürken, Bolu Belediyesi Hayvan Barınağı’nda ölen köpek “9 sütuna manşet” yapıldı. Bu durum bir iktisat kaidesini acı bir şekilde hatırlattı bana: Tabiatta sayıca çok olan şeyin değeri düşüktür. Emeği ve alın terinden başka sermayesi olmayan kişiler sayıca ganimet gibi olduğundan, üzücüdür ki değerleri de o oranda azdır. Oysa bana göre dünyanın en değerli şeyi ne altın ne gümüştür; “emek”tir. Ne acıdır ki o “emek” üzerine en az değer yüklenen olgu olarak hayatımızın tam orta yerinde dimdik dikilmekte. Bir yanda “işçinin ücretini alnını teri kurumadan veriniz” diyen bir peygamber var, diğer yanda nüfus cüzdanının “Dini” hanesinde kalın kalın harflerle “İslam” yazan bizler…
Hepinize iyi haftalar diliyorum sevgili okurlar…

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...