3 Haziran 2009 Çarşamba

026-04.06.2009.Genetik mi, Alışkanlık mı?

Genetik mi, Alışkanlık mı?

 

Merhabalar. İki haftalık bir ayrılığın ardından tekrar sizlerle birlikte olmak bana mutluluk veriyor.

Geçtiğimiz günlerde ulusal medyada çıkan bir haber, beni son derece yaraladı. Haberin öznesi, bilardo alanında bu topraklarda yetişmiş ender yeteneklerden olan Semih Saygıner’di. Daha doğrusu Semih Saygıner’in uluslar arası bir bilardo turnuvasında, Portekiz’in Porto takımı adına yarışacak olması idi.

Sıkıntılar içinde geçen çocukluk ve ilk gençlik yıllarında, yanlış yolu değil bilardo gibi yetenek ve zekanın harmanlanması gereken kompleks bir oyunda en iyi olma yolunu seçen Semih Saygıner, bilardo milli takımında elde ettiği başarılar sonucu defalarca bayrağımızı yükseltmiş, ülkemizi sportif alandaki başarıları ile tanıtmış, son derece yetenekli, bir o kadar da mütevazı bir sporcu. Cumhuriyetimizin kurucusu, önderimiz Mustafa Kemal’in ifade ettiği sporcu tanımının vücut bulmuş hali desek, abartmış olmayız inanın. Her zaman karşı karşıya gelebileceğiniz statükocu ve at gözlüğü kuşanmış dar kafalar sayesinde Semih Saygıner’i de küstürdük sonunda. Tabii, Türkiye’de tek spor dalı, futbol, ön planda olduğundan saçma sapan adamlar, ki “adam” sıfatı sadece lafın gelişidir, el üstünde tutulurken “kıytırık” bilardocuyu kim ne yapsın, değil mi ama?! Milli Takım futbolcularına destekçi olup, deyim yerindeyse donlarına kadar onları donatmak üzere bir yerlerini yırtan sponsorlar nedense Semih Saygıner’i destekleme konusunda aynı yarışa girmiyorlar. Normal; kitleleri uyutan afyon futboldur, bilardo (ya da diğer geri planda kalan sporlar) değil. Dolayısıyla Semih Saygıner’e de elde ettiği başarılardan ötürü en şiddetli ceza verilmeli, bir daha Türk Milli Marşı çaldıramayacak bir pozisyona mahkûm edilmelidir.

Hani fıkra bu ya; adam ölmüş ve öteki tarafta cennete gitmeye hak kazanmış. Demişler ki adama, “Ne yapmak istersin?”. Adam da “Cehennemi bir dolaşmak isterim. Meraktan sadece…” demiş. Yanına bir görevli verip cehennemi gezmeye göndermişler. Adam bakmış ki her millete ait bir kazan var, kazanın altında harlı bir ateş ve her kazanın başında da bir zebani. Fokurdayan kazandan kafasını çıkarmak isteyene elindeki çubukla vuruyor ve kazandaki bir nevi asayişi sağlıyor. “Ne iş?” demiş adam. Görevli “Kaynayan kazandan başını çıkarmak isteyen olursa onu geri kazana geri göndermek için” diye yanıtlamış adamı. Derken bir kazanın başına gelmişler. Bakmış ki adam, kazanın başında asayiş sağlamak üzere elinde çubukla bekleyen bir zebani yok. “Niye burada bir görevli yok?” diye sormuş. “Ha o mu?” demiş görevli. “O Türk kazanı. Biri başını çıkarmaya çalışınca zaten aşağıdan çekiyorlar!!!” Elbette bu yalnızca bir fıkra. Tek tek bakıldığında bizler böyle insanlar değiliz. Ama hepimizi toplayınca maalesef ortaya çıkan tablo bu…DoktorZiya Özel zakkumdan kanser ilacı yaptığını iddia ettiğinde koca koca “Profesör”ler ayağa kalkmış, “Olmaz öyle şey. Zakkum toksik (zehirli) bir maddedir. Ondan ilaç olmaz” diye ayak diremişlerdi. Ziya Özel bugün ABD’de araştırmalarını devam ettiriyor. Araştırmaların bugün gelinen noktada bir hayli de umut verici sonuçları beraberinde getirdiğini okuyoruz. İsmi lazım değil o profesörler de ömürlerinin sonuna kadar az okunan gazetelerde köşe kapmaca oynayıp terk-i diyar eylediler. Sıradan biri olarak bu durumlarla karşılaştığımda üzülüyorum. Gıpta etmek gibi insan psikolojisine faydalı bir durum varken, var olan ince çizgiyi aşıp, haset etme yoluna gitmenin bugüne değin kimselere fayda getirdiğini görmedim, duymadım.

Torpil ve kayırmacılık ise bu bağlamda benzer bir hastalık olarak göze çarpıyor. Filan beyefendinin  yeğeni, filan efendinin çocuğu diyerek birileri kollanırsa, hakkının yenildiğini düşünen birilerine de “onlar filan efendinin çocuğu da biz şunun bunun  çocuğu muyuz?!” deme hakkı doğacaktır. Daha önce de değindiğim bir örneği tekrar arz etmek isterim: Belki bilenleriniz vardır; bendeniz bir motor sporları izleyicisiyim.  Özellikle de Formula 1 ve alt serisi olan GP2’yi yakından takip ediyorum. Birkaç yıl önce GP2’de yarışan ve TOSFED (Türkiye Otomobil Sporları Federasyonu) Başkanı olan Mümtaz Tahincioğlu’nun oğlu olması dışında hiçbir meziyeti olmayan Jason Tahinci(oğlu), son derece başarısız ve ezik bir görüntü çizmesine rağmen el üstünde tutuluyordu ve bu da beni illet etmeye yetiyordu. GP2 denen bu yarış serisinde herşeyi ile birbirinin aynısı olan otomobillerin kokpitine geçen sürücülerin yetenekleri dışında fark oluşturan bir etken yok. Bu Jason arkadaşımız üç yıl boyunca, arkasına Petrol Ofisi gibi dev bir sponsoru da alarak o kokpitte oturdu ve dört ya da beş farklı takım arkadaşı oldu. Takım arkadaşlarından bazıları aynı otomobille yarış birincilikleri alırken “yetenekli” Jason katıldığı yarışlarda birinciden neredeyse 3-4 saniye daha kötü turlar atma becerisini gösterdi. Motor sporlarına aşina olmayanlara önemsiz gibi gelebilecek olan bu 3-4 saniyenin, asırlar kadar büyük bir fark olduğunu belirtmekte fayda görüyorum. Her neyse sonuçta bu işkence “şimdilik” sona ermiş gözüküyor. Ana fikir ise; torpili olan kişinin yetenek, donanım ve benzer meziyetleri kendinde barındırıyor olmasa da arkasında durulmasının bir hastalıktan öte anlamı olmadığıdır.

 Sabrınıza teşekkür ediyorum. Takip Gazetesi’nde yayımlanan tüm yazılarımı internetteki kişisel internet sayfam olan www.karakayatansel.net.tc adresinden de okuyabileceğinizi anımsatmak istiyorum. Sağlıcakla kalınız…

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...