Merhabalar. Yoğun bir haftayı geride bıraktık. Ordumuzun sınır ötesi operasyonu ve buradan gelen çatışma ve şehit haberleri hem ordumuzun kuvvetiyle gurur duymamızı sağladı, hem de yüreğimizin burkulmasına neden oldu. Şehitlerimize Allah’tan rahmet, geride kalanlarına sabırlar diliyoruz. Askeri operasyonlar sürerken, politik arenada da operasyonlar son sürat devam etti! Başörtüsü tartışmaları gitgide sertleşti. Bu konunun toplumsal açıdan yeni kamplaşmalar doğurmamasını diliyoruz. Hele hele şu günlerde… Tüm bunların gölgesinde kalan ise, yaklaşık olarak bir milyar insan tarafından canlı olarak izlenen Akademi Ödülleri Töreni idi. Alanım politika olmadığından diğer konuları aşıp, doğrudan bu konuda fikir beyan etmenin daha doğru olacağı kanaatindeyim.
Öncelikle tahminlerim ve gerçekleşme oranları: En İyi Film, En İyi Yönetmen(ler), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Kostüm Tasarımı dallarındaki tahminlerimin “12’den vurduğunu” söylemeliyim. Birçok eleştirmen, No Country for Old Men’in En İyi Film ve Yönetmen dallarında, There will be Blood adlı filmin gerisinde kalacağını iddia etse de kanaatimde yanılmadım ve film büyük ödülü alırken, yönetmenler Joel ve Ethan Coen biraderler Oscar heykelciğine layık bulundu Akademi tarafından. Filmin başarısında en büyük pay sahibi diyebileceğimiz Javier Bardem’in ise En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında ödülü alması neredeyse hiç kimse için sürpriz değildi. No Country for Old Men, En İyi Uyarlama Senaryo dalında da ödül alarak geceyi 4 Oscar ile kapattı. En İyi Erkek Oyuncu dalında ise bile bile lades dedim ve gerçekçilikten uzak bir tahmin ile ödülü Viggo Mortensen’in alacağı kehanetinde bulundum. İlk ters köşe buydu benim için. Zira ödülü Daniel Day-Lewis’in alacağı neredeyse kesindi, öyle de oldu. En İyi Kadın ve Yardımcı Kadın Oyuncu dallarının ikisinde birden aday olan Cate Blanchet’in törenden eli boş ayrılması ise gecenin sürprizlerinden biriydi. Özellikle Elizabeth:The Golden Age adlı dönem filmindeki sağlam performansı ile ödülü hak ettiğini düşünmüştüm. Herşeye rağmen film, En İyi Kostüm Tasarımı dalında Oscar alarak beni yanıltmadı. En İyi Kadın Oyuncu dalında ödül kazanan Fransız aktris Marion Cotillard’ın kendisi bile bu ödüle son derece şaşırdı. Cotillard, ağır makyaj altında Edith Piaf’ı canlandırdığı La Vie en Rose adlı fildeki performansı ile ödülü alırken, Yardımcı Kadın Oyuncu dalında ise ödüle Michael Clayton adlı filmdeki başarılı performansı ile Tilda Swinton layık görüldü. Hollywood’un tükenişine tanıklık eden bir ince ayrımı belirtmeden geçemem. Ödül alan aktör ve aktrislerin tümü Avrupa kökenli oyunculardı. Daniel Day-Lewis ve Tilda Swinton İngiliz, Marion Cotillard Fransız ve Javier Bardem ise İspanyol.
Ödüller böyleyken, gecenin organizasyonu ise tek kelime ile “muhteşem”di. Her nokta ince ayara tabi tutulmuştu. Deyim yerindeyse uçacak sineğin bile ne zaman, hangi yönden ve hangi kameraya doğru uçacağı saniye saniye belirlenmişti. Komedyen Jon Stewart’ın esprileri konukları kırdı geçirdi. Neredeyse salondaki tüm ünlülere takılan Stewart, acaba bu sivri dili ile buralarda bir organizasyon sunsaydı gecenin sonunu getirebilir miydi, bu da ayrı bir tartışma konusu. Komedyenin takıldığı herkes son derece hoşgörülü biçimde kendilerine güldü, herkesle beraber. Aslında itiraf etmeliyim ki günahım kadar bile sevmediğim Amerikalılar, bu tür organizasyonlarda fazlasıyla iyiler. Şimdi buradan ABD’nin her yönüyle güllük gülistanlık olduğu gibi bir imaj çıkmasın. Ünlü rock grubu Metallica, ’88 yılı albümü olan “… And Justice for All” a adını veren parçada; “Walls of justice painted green, money talking…” diyerek çuvaldızı sonuna kadar batırıyor. Yani “Adalet duvarları yeşile boyanmış (doların yeşiline atıfta bulunuyorlar), para konuşuyor”. Buna rağmen düşünün ki bir organizasyon 80 yıldır yapılıyor ve hakkında neredeyse hiçbir şaibe iddiası yok. Ödül alanlar son derece sevinçli ve gururlu, alamayanlar ise organizasyon komitesini iltimasla, rüşvetle suçlamadan sükûnet ile ödüle layık görülenleri alkışlıyor, “belki önümüzdeki sene” diyor kendilerine. Hatırlayın en yakın örnek olan Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni. Ödül alan filmin yapımcı ve yönetmeninin organizasyon komitesine rüşvet yedirdiğinden, ödül alanlar listesinin çok önceden belli olduğuna kadar bir yığın iddia, atışma… Ödüle ulaşabilmek adına rüşvet verilmesi (tabii eğer verildi ise) ne denli iğrenç ise, ödüle alamadığı için mesnetsizce rüşvet iddiasında bulunmak ta o denli çiğ. Ama maalesef biz böyleyiz. Aşırı hırslı, tahammülsüz… Hani adam ölmüş diğer tarafa gitmiş. Orada gezerken bakmış ki her milletin kazanı var, kaynıyor. Her kazanın başında da bir zebani, kafasını dışarı çıkaran olursa elindeki çubukla kafasına vurup onu dibe batırıyor. Türklere ait kazanın başında ise zebani olmadığını görmüş. Oradan geçen bir görevliye sormuş: “Her kazanın başında bir zebani var. Niye Türklerin kazanının başında yok?” “Gerek yok ki! Kafasını çıkaranı aşağıdan çekiyorlar zaten!” demiş görevli. Şakayla karışık, durum fiiliyatta böyle. Dr. Ziya Özel’i hatırlayan var mı aranızda? Hani şu zakkumdan kanser ilacı bulduğunu iddia eden doktor. Ortaya bu iddia ile çıktığında koca koca profesörler, adamcağızı yerden yere vurmuştu. Zakkumun toksik etkileri olduğundan hareketle, bu çiçekten ilaç yapılamayacağını şiddetle savunmuşlardı. Bugün zakkum kaynaklı bu ilaç Honduras’ta resmen satışa sunulmuş vaziyette. Yakın zamanda laboratuar çalışmaları biter ve biz bu ilacı dehşetengiz paralar ödeyerek ABD’den ithal ederiz. Ama anlayamadığım şey, zor dönemlerde birden bire kenetlenip, ortaya çıkan badireyi beraberce atlatmayı nasıl becerebildiğimiz. En son şehit Mehmetçik yakınlarına yapılacak yardım için düzenlenen kampanyayı anımsayın. Katılımcılar, güçleri nispetinde kampanyaya katılarak rekor bir rakamın ortaya çıkmasını sağladılar.
Coştum yine!.. Sizlere önümüzdeki Pazartesi'ye kadar hoşça kalın demeden evvel, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebeti ile tüm cefakâr, çilekeş kadınlarımızı kutlamak isterim. Her ne kadar eşlerinden ve ailelerindeki erkek bireylerden şiddet görseler de, her ne kadar toplumsal yaşamda erkek hegemonyasını kıramamış olsalar, sömürü aracı olarak kabul edilseler de...
Öncelikle tahminlerim ve gerçekleşme oranları: En İyi Film, En İyi Yönetmen(ler), En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu ve En İyi Kostüm Tasarımı dallarındaki tahminlerimin “12’den vurduğunu” söylemeliyim. Birçok eleştirmen, No Country for Old Men’in En İyi Film ve Yönetmen dallarında, There will be Blood adlı filmin gerisinde kalacağını iddia etse de kanaatimde yanılmadım ve film büyük ödülü alırken, yönetmenler Joel ve Ethan Coen biraderler Oscar heykelciğine layık bulundu Akademi tarafından. Filmin başarısında en büyük pay sahibi diyebileceğimiz Javier Bardem’in ise En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu dalında ödülü alması neredeyse hiç kimse için sürpriz değildi. No Country for Old Men, En İyi Uyarlama Senaryo dalında da ödül alarak geceyi 4 Oscar ile kapattı. En İyi Erkek Oyuncu dalında ise bile bile lades dedim ve gerçekçilikten uzak bir tahmin ile ödülü Viggo Mortensen’in alacağı kehanetinde bulundum. İlk ters köşe buydu benim için. Zira ödülü Daniel Day-Lewis’in alacağı neredeyse kesindi, öyle de oldu. En İyi Kadın ve Yardımcı Kadın Oyuncu dallarının ikisinde birden aday olan Cate Blanchet’in törenden eli boş ayrılması ise gecenin sürprizlerinden biriydi. Özellikle Elizabeth:The Golden Age adlı dönem filmindeki sağlam performansı ile ödülü hak ettiğini düşünmüştüm. Herşeye rağmen film, En İyi Kostüm Tasarımı dalında Oscar alarak beni yanıltmadı. En İyi Kadın Oyuncu dalında ödül kazanan Fransız aktris Marion Cotillard’ın kendisi bile bu ödüle son derece şaşırdı. Cotillard, ağır makyaj altında Edith Piaf’ı canlandırdığı La Vie en Rose adlı fildeki performansı ile ödülü alırken, Yardımcı Kadın Oyuncu dalında ise ödüle Michael Clayton adlı filmdeki başarılı performansı ile Tilda Swinton layık görüldü. Hollywood’un tükenişine tanıklık eden bir ince ayrımı belirtmeden geçemem. Ödül alan aktör ve aktrislerin tümü Avrupa kökenli oyunculardı. Daniel Day-Lewis ve Tilda Swinton İngiliz, Marion Cotillard Fransız ve Javier Bardem ise İspanyol.
Ödüller böyleyken, gecenin organizasyonu ise tek kelime ile “muhteşem”di. Her nokta ince ayara tabi tutulmuştu. Deyim yerindeyse uçacak sineğin bile ne zaman, hangi yönden ve hangi kameraya doğru uçacağı saniye saniye belirlenmişti. Komedyen Jon Stewart’ın esprileri konukları kırdı geçirdi. Neredeyse salondaki tüm ünlülere takılan Stewart, acaba bu sivri dili ile buralarda bir organizasyon sunsaydı gecenin sonunu getirebilir miydi, bu da ayrı bir tartışma konusu. Komedyenin takıldığı herkes son derece hoşgörülü biçimde kendilerine güldü, herkesle beraber. Aslında itiraf etmeliyim ki günahım kadar bile sevmediğim Amerikalılar, bu tür organizasyonlarda fazlasıyla iyiler. Şimdi buradan ABD’nin her yönüyle güllük gülistanlık olduğu gibi bir imaj çıkmasın. Ünlü rock grubu Metallica, ’88 yılı albümü olan “… And Justice for All” a adını veren parçada; “Walls of justice painted green, money talking…” diyerek çuvaldızı sonuna kadar batırıyor. Yani “Adalet duvarları yeşile boyanmış (doların yeşiline atıfta bulunuyorlar), para konuşuyor”. Buna rağmen düşünün ki bir organizasyon 80 yıldır yapılıyor ve hakkında neredeyse hiçbir şaibe iddiası yok. Ödül alanlar son derece sevinçli ve gururlu, alamayanlar ise organizasyon komitesini iltimasla, rüşvetle suçlamadan sükûnet ile ödüle layık görülenleri alkışlıyor, “belki önümüzdeki sene” diyor kendilerine. Hatırlayın en yakın örnek olan Antalya Altın Portakal Film Festivali’ni. Ödül alan filmin yapımcı ve yönetmeninin organizasyon komitesine rüşvet yedirdiğinden, ödül alanlar listesinin çok önceden belli olduğuna kadar bir yığın iddia, atışma… Ödüle ulaşabilmek adına rüşvet verilmesi (tabii eğer verildi ise) ne denli iğrenç ise, ödüle alamadığı için mesnetsizce rüşvet iddiasında bulunmak ta o denli çiğ. Ama maalesef biz böyleyiz. Aşırı hırslı, tahammülsüz… Hani adam ölmüş diğer tarafa gitmiş. Orada gezerken bakmış ki her milletin kazanı var, kaynıyor. Her kazanın başında da bir zebani, kafasını dışarı çıkaran olursa elindeki çubukla kafasına vurup onu dibe batırıyor. Türklere ait kazanın başında ise zebani olmadığını görmüş. Oradan geçen bir görevliye sormuş: “Her kazanın başında bir zebani var. Niye Türklerin kazanının başında yok?” “Gerek yok ki! Kafasını çıkaranı aşağıdan çekiyorlar zaten!” demiş görevli. Şakayla karışık, durum fiiliyatta böyle. Dr. Ziya Özel’i hatırlayan var mı aranızda? Hani şu zakkumdan kanser ilacı bulduğunu iddia eden doktor. Ortaya bu iddia ile çıktığında koca koca profesörler, adamcağızı yerden yere vurmuştu. Zakkumun toksik etkileri olduğundan hareketle, bu çiçekten ilaç yapılamayacağını şiddetle savunmuşlardı. Bugün zakkum kaynaklı bu ilaç Honduras’ta resmen satışa sunulmuş vaziyette. Yakın zamanda laboratuar çalışmaları biter ve biz bu ilacı dehşetengiz paralar ödeyerek ABD’den ithal ederiz. Ama anlayamadığım şey, zor dönemlerde birden bire kenetlenip, ortaya çıkan badireyi beraberce atlatmayı nasıl becerebildiğimiz. En son şehit Mehmetçik yakınlarına yapılacak yardım için düzenlenen kampanyayı anımsayın. Katılımcılar, güçleri nispetinde kampanyaya katılarak rekor bir rakamın ortaya çıkmasını sağladılar.
Coştum yine!.. Sizlere önümüzdeki Pazartesi'ye kadar hoşça kalın demeden evvel, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü münasebeti ile tüm cefakâr, çilekeş kadınlarımızı kutlamak isterim. Her ne kadar eşlerinden ve ailelerindeki erkek bireylerden şiddet görseler de, her ne kadar toplumsal yaşamda erkek hegemonyasını kıramamış olsalar, sömürü aracı olarak kabul edilseler de...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder