21 Eylül 2010 Salı

0037-16.09.2010.Âlemin Keyfi Yerinde, Yine Maşallah!

Âlemin Keyfi Yerinde, Yine Maşallah!


Yazılarıma elde olmayan nedenlerle bir süre ara verip de geriye baktığımda sanki birçok şeyi kaçırmışım gibi geliyor. Özellikle de gündemin beşer dakikalık aralarla değişiverdiği ülkemizde birkaç hafta yazmaya ara vermek, belli bir düzeyde asırlardan daha uzun inanın…
Örneğin geçen hafta sonu, 87 senelik Cumhuriyet Tarihi’mizin 6ncı halkoylaması için sandıklar kuruldu ülke çapında. Hükümet ile Muhalefet Partilerinin bazıları arasında adeta bir güven oylaması hüviyetine sokulmak istenen halkoylamasında, 1982 Anayasası’nın 26 maddesinde yapılması öngörülen değişiklikler, açık ara Evet oyu aldı. Kimilerine göre ülkenin bölünmesine kadar gidecek bir dizi değişime sebep olacak bu sonuç, kimilerine göre de yepyeni, bembeyaz bir sayfayı açtı demokrasi tarihimizde… Her iki görüşte de haklı yönler var elbet; ancak asıl öne çıkması gereken noktaları göz ardı ediyormuşuz gibi geliyor bana. Örneğin kitlelere umut olarak lanse edilen bir parti liderinin, halkoylamasında oy veremeyerek yüzyılın pazarlama hatasına kurban gidişi, özellikle Güneydoğu Anadolu’da İmralı’nın yönlendirmesi ile Evet ve Hayır’ın dışında üçüncü bir seçenek olarak “Boykot”un öne çıkması gibi… Açıkçası oy veren milyonlar neyi oyladıklarının farkında değillerdi. Değişiklik paketi hakkında ancak iki, bilemedin üç yorum dinlemiş kitleler, içeriğini tam olarak bilmedikleri bu pakete Evet ya da Hayır demek zorunda bırakıldılar maalesef. Her ne olduysa oldu, oylama eğrisiyle doğrusuyla Millet’ten olur aldı. Bu saatten sonra benim siyasetten beklentim, toplumsal konsensüs sağlayarak yamalı bohçadan beter hale gelen cunta artığı 1982 Anayasasını, çağın normlarına ve yüzyıllardan bu yana süregelen devlet geleneklerine uygun, en önemlisi “devşirme” olmayan bir Anayasa ile değiştirmesidir. Öyle ya, Anayasa dediğin, merhum Uğur Mumcu’nun “Türkiye Cumhuriyeti Vatandaşı; İsviçre Medeni Kanunu’na göre evlenen, İtalyan Ceza Yasası’na göre cezalandırılan, Alman Ceza Muhakemeleri Usulü Yasası’na göre yargılanan, Fransız İdare Hukuku’na göre idare edilen ve İslam Hukuku’na göre gömülen kişidir” tarifinin dışında, tamamen bize ait olmalı değil mi? Ve asıl önem arzeden nokta, her önüne gelenin kendi bekası için delik deşik edemeyeceği, sağlam bir “sistem” oluşturulmalı. Günahım kadar bile sevmediğim ABD’de Başkanlık Sistemi o denli sağlamdır ki, ABD Tarihi’nin en sevilen Başkanlarından Bill Clinton’u üçüncü kez seçtirmek için o sistemle oynamayı düşünmediler bile. Durduk yerde Başkanlık Sistemi örneği vermedim; halkoylamasının hemen ardından siyasi çevrelerde tartışılmaya başlanan bir kavram olduğundan dile getirdim bu konuyu. Kısaca üstünden geçmek gerekirse eğer, kuvvetler ayrılığı denen ve demokrasilerin emniyet sübabı olan sacayağı, ancak Başkanlık Sisteminde tam randımanlı bir biçimde uygulanabilir. Neyse, bu ayrı bir yazının konusu…
Dünya 2ncisi olduğumuz Dünya Basketbol Şampiyonası’ndan da kısaca bahsedip bitirmek istiyorum. İkinci olduk, büyük başarı vs. gibi beylik laflar etmektense, çuvaldızı kendimize batırmak istiyorum. Birkaç küçük istisna dışında, her daim alışık olduğumuz son ana kadar getirip orada bırakma huyumuz bu şampiyonada da depreşti. Tarihin en kötü ABD Milli Basketbol takımına finalde yenildik. Oysa finale değin ne güzel getirmişlerdi. Finalde bir ürkeklik, bir yorgunluk, bir umursamazlık… Üzüldük elbette. Şampiyona ertesinde olan biten şeyler ise tam bizlik! Zat-ı şahanelerinin gönül hazinelerinden verdiği birer buçuk milyon ABD Dolarının yanı sıra, Ödül Yönetmeliği’ne göre Gümüş Madalya kazanan sporculara verilen 500’er Cumhuriyet Altını da cabası oldu… Bir iş adamımız da birer rezidans verecekmiş oyunculara. Helal olsun diyesim gelmiyor açıkçası. Ülkemizde yaşayan cefakâr vatandaşların hiçbirinin, bırakın gerçeğini, rüyasını bile göremeyeceği meblağların bu denli kolayca birilerine “pompalanması” bana hüzün veriyor. Asgari ücretle geçinmek gibi insanüstü bir olayı gerçek kılan ve bunun kesintisiz her ay yineleyen insanların yanında 15 günlük bir laylaylomun ardından milyonlara boğulan mutlu azınlık sinirlerimi zıplatıyor. İspanya’yı yıllarca baskıyla yöneten Franco’nun söylediği “Futbol kitleleri uyutan bir afyondur” sözünü diğer spor dallarına da yansıtmayı becerebilen uyanık yöneticiler olduğu sürece, balık hafızamız daha da zayıflamaya mahkûmdur… Bu arada 2010 KPSS’deki “HIRSIZLIĞI” anımsayan var mı hala aranızda?!
İyi haftalar diliyorum sevgili okurlar…

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...