YİYEMEMEKTEYİZ
Merhabalar
değerli okurlar. Jenerasyonum itibarı ile hem radyo hem TV hem de dijital
iletişim kanallarını görmüş biri olduğumdan, yoğun biçimde olmamakla beraber
hem iyi bir TV hem de dijital mecralar izleyicisi olduğum söylenebilir. Gerçi
özellikle direksiyon başındayken radyo dinlemeyi çok severim ama
Göynük’te bu zevkten mahrumuz her nedense. Verici arızası olduğu söyleniyor,
bilemiyorum, ama sadece trt fm radyosuna mahkûm olmak hoşnut etmiyor
beni. Neyse, Belediyemiz umarız ki çare bulur bu duruma.
Televizyonlardaki
yarışma programlarını takip ediyor musunuz? Yarışma var yarışma
görünümlü kavga gürültü programları var. Bilgiyi, kültürü ve saf yeteneği ödüllendiren
programları gerçek yarışmalar grubuna dahil edersek diğerler, yani doğan
görünümlü şahin diyebileceğimiz yarışmamsılar her nedense en çok izlenen TV
programları listesinde sürekli kendilerine üst sıralarda yer bulmaktalar.
Buralara yarışmacı statüsü ile dahil edilen tiplerin birçoğunun bir casting
çalışmasının ürünü olduğunu ciddi ciddi düşünüyorum. Belli ajansların
portföyünde yer alan tipler, daha önceden üzerinde çalışılmış senaryolar
dahilinde bir performans sergiliyorlar adı yarışma olan bu programlarda.
Programların büyük bir çoğunluğu zaten dış kaynaklı yapımların bir nevi
devşirilmesi şeklinde hayatımıza sokulduğundan, kadim kültürümüz içerisinde bir
hayli sırıtması normal bir durum.
Bu
tarz yapımlara örnek verirsek 7-8 adedini bir çırpıda sayabilmek mümkün.
Yazımın başlığından belki anlaşılmıştır, ben yemekteyiz adlı yapım
hakkında birkaç kelam etmek niyetindeyim. Diğer birçok yarışma programının
aksine Hollanda merkezli Endemol şirketinin değil ITV Global adlı
bir başka eğlence şirketinin bünyesinden çıkan bu format, diğer birkaç ülkede
daha Come Dine With Me ya da benzer adlar altında yayımlanmakta.
Ülkemizde ise başlangıçta birkaç özel TV’de yayımlanıp tutmayan, ardından acun
ılıcalı’nın mucizevi (!) dokunuşu ile adeta Anka Kuşu misali küllerinden
doğan bu format, birkaç sezondur adını zikrettiğim kerameti kendinden menkul bu
medya sihirbazı tarafından kendi televizyonunda yayımlanmakta. Bu zat birkaç
sunucu değişikliğinin ardından bir türlü tutturamadığı yemekteyiz formatının
fişini tam çekecekken Zuhal Topal adlı oyuncuyu sürpriz şekilde transfer
ederek programı canlandırdı. İşin sürprizli yanı, aynı oyuncunun başka bir
kanalda yayımlanan benzer içerikteki formatını dava eden acun ılıcalı’nın yine
şapkadan tavşan çıkararak adı geçen oyuncuyu, kendi formatının sunucusu
yapmasıydı. Bu durum, işin ayak oyunları içeren siyaset kısmı. Asıl olayın
yarışmacı kisvesi altında bu programda boy gösteren tiplerde olduğunu söylemek
lazım. Yukarıda belirttiğim gibi eğer bir (veya birden fazla) casting ajansının
kadrolu oyuncularının, belli bir senaryo çerçevesinde oynadıkları bir role
playing game yani rol yapma oyunu ise bu, yarı amatör oyuncuların berbat
performasnlarını değerlendirmek yeterli olacaktır. Ama eğer bu programda
yarışmacı olarak izleyiciye lanse edilenler sıradan vatandaşlar ise işte
orada farklı birkaç söz söylemek gerekir. Ben hasbelkader bu yemekteyiz’in
orijinal versiyonlarını da yeri geldiğinde takip eden biri olarak ülkemizdeki
versiyonun orijinaliyle kıyas bile kabul etmeyeceğini rahatlıkla
söyleyebilirim. Örneğin İngiliz TV’sindeki versiyonda yarışmacılar birbirlerine
karşı son derece nazik ve saygılı biçimde yapılan yemekleri değerlendiriyorlar.
Ne kadar şaşırtıcı değil mi?! Oysa bizdeki versiyonda yarışmacılar yemek
kültüründen bîhaber olduğundan birbirlerinin giyim kuşamlarına, takılarına, zayıflık,
şişmanlık, kellik, kötü makyaj, sosyal medyadaki paylaşımları hatta zenginlik
ve fakirliklerine kadar seviyeyi düşürmelerine rağmen yemeklerle ve yemeklerin
içerikleri ile ilgili yorum yapan neredeyse hiç kimse yok! Her iki seçenekte de
vahim bir durum söz konusu. Yarışmacıların oyuncu olduğu durumda da gerçek kişi
olduğu durumda da izleyiciye sunulan “şey” berbat bir yozlaşmanın
ekranlara taşınması oluyor. Çünkü birçok nesiller, ebeveynleri tarafından hiç
kimsenin eksiği ya da kusuru ile alenen yargılanmaması gerektiği, bunun ayıp ve
hatta günah olduğu öğretisi ile yetiştirildi bu ülkede. Oysa geldiğimiz noktada
bu güzel yetiştirme tarzı iğrenç bir vaziyete evrilmiş görünüyor. TV’de
yayımlanan bu ve buna benzer programların denetimini yapmakla memur edilmiş
olan KÜTÜK pardon rtük adlı kurum ise her nedense bu programları
(dolayısıyla programların yapımcılarını) uyarmak yerine, reklam gelirlerinden
yüzde 5 payını alıp kenara çekiliyor. Alkol ve tütün mamullerini blurlayıp
silahı, töre-nomıs-intikam temaları ile kadına şiddeti alenen ekranlara taşımakta
sorun görmeyen sakat bir anlayış var, öncelikle bunun değişmesi şart oğlu şart!
Değerli
okurlarımıza saygı ve sevgiler sunuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder