Huzursuzuz
Merhabalar. Geçtiğimiz günlerde
bir düğün esnasında “iki Yılmazlar”
arasında meydana gelen müessif olay hem yerel hem de ulusal medyada yoğun
biçimde konuşuldu, konuşulmaya devam ediyor. Elbette ki Alaaddin Yılmaz ve Yılmaz
Becikoğlu gibi Bolu kamuoyuna mâlolmuş iki ismin böyle bir olayın
içerisinde olmaları ve Bolu’nun bu tür bir olay ile ulusal düzeyde adının
geçmesi çok hoş bir şey değil. En kısa sürede bu iki güzide ismin bir barış iklimi içine girmesi çok
istediğimiz şeylerden biri.
Bu olayın üzerinden çok az bir
süre geçtiğinde ulusal medyada öne çıkan bir başka şiddet haberi beni hem çok
üzdü hem de sinirlendirdi. İstanbul’da
üniformalı polislerce meydan dayağı atılan asker haberinin artçıları
sürerken benzer bir üniformalı şiddeti haberi
de komşumuz Karadeniz Ereğli
ilçesi’nden geldi. Ereğli’de düzenlenen Uluslararası
Sevgi, Barış, Dostluk, Kültür ve Sanat Festivali’nin adına yakışmayacak
görüntüler sergilendi üniformalı zabıtalarca. Festival çerçevesinde düzenlenen
konser alanında geçimini sağlamaktan başka bir amacı olmadan tezgâh açan seyyar satıcılık yapan İlhan Aluç isimli vatandaşın tezgâhına
el koymak isteyen zabıtalar, ekmek teknesi olan tezgâhı geri almak isteyen
vatandaşı aralarına alarak apaçık bir meydan dayağı çektiler. Yeşilçam
filmlerindeki gibi çembere alarak öldüresiye dövdükleri vatandaşı öylece
bıraktılar ve olayı film izler gibi izleyen polis ekiplerinin yanından ellerini
kollarını sallayarak geçip gittiler. Tam da festivalin adına yaraşır bir
uygulama örneği sergilemişler (!) Olayın vahametini bir kat daha artıran ve “polisin meydan dayağı attığı asker”
olayı ile ortak olan nokta ise her iki vukuatta da dayak yiyen vatandaşların eşlerinin gözü önünde bu rezilliğe
muhatap olmalarıydı. Zira bir erkek için eşinin yanında rencide edilmek
zulümlerin en büyüğüdür. Kanun ve kuralların koruyucusu olan üniformalı
personelin, bu tarz kanunsuzluklara imza atması, demokrasilerde görülmeyecek
bir durum aslında. Ama ülkemiz “ileri
demokrasi” ülkesi olduğundan herhalde, bu türden olaylar daima cereyan
eder, cereyan etmeye de devam edecektir maalesef. Yetkililer ise bunlara “münferit hadise” gözüyle baktıkları
içindir ki müessir fiili işleyen, yani dayak atan değil, tam tersine dayak yiyen suçlu bulunur. Kamuoyunun duyarsızlığı ise
çoğu zaman “kim bilir ne b*k yedi; oh olsun” boyutundadır ki vahim olan diğer
bir durum da budur aslında.
Derinlemesine incelediğimizde
kabul etmemiz gereken önemli bir ayrıntı var bu tip olaylarda. O da bu tip
müessir fiilleri işleyen personelin
çalışma şartlarının zorluğu. İstanbul gibi “çatlak” bir kentte, üç otuz maaşla polislik yapmaya çalışmak
elbette çok çok zor. Ya da ne bileyim Ereğli gibi büyük bir ilçede zabıta olup
insanlara dert anlatmak da yıpratıcı. Ama bu türden mazeretler, bir grup
üniformalı “memur”un aralarına
aldıkları vatandaşı “benzetmesinin”
mazereti asla olamaz. “Muassır
medeniyetler”in kurumlarında, çalışanların moral motivasyonlarını ve
psikolojik durumlarını periyodik olarak ölçüp değerlendirecek birimler bulunur
ve bu birimlerce iş stersinden kaynaklanabilecek şiddet eğilimlerinin vatandaşa
yansıması en aza indirgenir. Buna rağmen orantısız şiddet ve yargısız infaz
yapmaya çalışan görevliler, hukuk
kuralları çerçevesinde en ağır müeyyidelerle karşı karşıya kalırlar ki
ibret olsun ve bu tür olaylar bir daha yaşanmasın… Bizde yapanın yanına çoğu
zaman olduğu gibi bu olaylarda da kâr kalacak; hatta şiddete maruz kalıp da
hakkını arayan vatandaş suçlanacaktır ki bir daha hem dayak yiyip hem de hakkını arama gibi bir terbiyesizlik yapmasın!!!
İyi haftalar, dayaksız günler
sevgili okurlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder