Ar
Perdeleri Yırtılırken
Merhabalar değerli okurlar.
Komşu devletlerle olan ilişkilerimizin, adeta havalar gibi ısınarak tavan
yaptığı şu günlerde benim değineceğim konu biraz magazin kokulu olabilir. Ancak
içimde kalmaması için sizinle de paylaşmak istiyorum. Gerçi “magazin” kelimesi paylaşmak istediğim
mevzuların içeriğini anlatmada biraz yumuşak kalabilir. Binaenaleyh isteyen
bunları okuduktan sonra magazin yerine rezillik ya da daha başka sıfatlar kullanarak
durumu adlandırabilir.
Son zamanlarda magazin
medyasında çokça ilgi toplayan bir sözüm ona “hanımefendi” var. Adını duymuş
olabilirsiniz; Ebru Şancı… Adını
duymuş olsanız da duyduğunuz mecralar farklılık arz edebilir. Kiminiz bu “hanımefendi”yi,
meşhur “Arap Baharı” sırasında linç
edilerek öldürülen Libya’nın lideri Muammer
Kaddafi’nin oğlu Said Kaddafi ile yaşadığı ilişkiden, kiminiz de katıldığı Altın Kelebek Ödül Töreni’nde giydiği (ya da
giymediği) derin dekolteli elbiseden anımsayacaktır. Ya da ne bileyim “Devrik İmparator” İbrahim Tatlıses’in
oğlu İdo’yla olan beraberliğinden…
(Bu İdo da ne demekse; her
duyduğumda İstanbul Deniz Otobüsleri
aklıma geliyor nedense!) Arada Galatasaraylı eski futbolcu Cihan Haspolatlı ile de yakalanmıştı
ya, neyse. “Hanımefendi”nin ağına düşürdüğü son erkek ise Ak Parti Milletvekili ve 27 Mayıs Darbesi’nin kudretli Albayı ve
MHP’nin efsane Başbuğ’u Alparslan Türkeş’in
oğlu Ahmet Kutalmış Türkeş. Sosyal
medyada ikilinin Bodrum’da denizde çekilen fotoğraflarına çeşitli tepkiler dile
getirilirken, bir takipçisi Milletvekili Türkeş’e “memleket ne halde sen ne haldesin vekil efendi?!” şeklinde sertçe
seslendi. Bu soruyu soran takipçi başta olmak üzere, benzer olaylarda doğrudan
milletvekillerini suçlayan ve kendisini sütten çıkma ak kaşık kabul eden “millet”e söylenecek tek cümle “sen neysen vekilin de odur” olmalı
aslında ama konumuz bu değil.
Konumuz, ar perdesi diye tabir edilen utanma
eşiğinin artık bir eşik değil tam bir düzlük haline dönüşmüş olması. Öyle
ki normalde ayyuka çıktığında rezil-i rüsva olunması, yerin dibine geçilmesi
gereken durumlar artık yüz bile kızartmıyor ne yazık ki. Zamanında İngiliz
Başbakanı Lloyd George “Türkleri
yenmenin tek yolu onları ahlaken çöküntüye uğratmaktır” mealinde bir
şeyler zırvalamış. Ancak bugün geldiğimiz noktada İngiliz’in bu zırvalarının
çoktan hayata geçmiş olduğunu acı biçimde fark ediyoruz. Ancak bu farkındalık
maalesef milletin her bireyine nasip olmuyor. Geçtiğimiz günlerde Yargıtay’ın
verdiği bir karar da bu bağlamda çokça ses getirmişti. Karısının kendisini
aldattığını delillerle ispat eden bir kocanın
açtığı boşanma davasında yerel mahkemenin verdiği kararı bozan Yargıtay,
aldatma eyleminin süreklilik arz etmediğinden hareketle, deyim yerindeyse, “bir
kereden hiçbir şey olmaz” demiş oldu. Hukuk / bilim insanları böyle
yaparsa sokaktaki vatandaş ne yapmaz. Aslında bu karar bana şu fıkrayı
anımsattı:
Vaktiyle bir kasabanın kilisesinde görevli papaz, kendisine günah
çıkarmaya gelen kasabalı kadınların “kocamı
aldattım, pişmanım” deme sayısından iyice yılmış ve Belediye Başkanı’na
çıkmış. “Sayın Başkan” demiş. “Kasabalı kadınların -kocamı aldattım,
pişmanım- demelerinden bıktım. Bir çare bulalım buna”. Belediye Başkanı “Tamam” demiş, “bundan böyle kadınlar kocamı aldattım- yerine –ayağım taşa takıldı,
düştüm- desinler”. Karar papazın da hoşuna gitmiş. Kasabalı da çabucak
benimsemiş bu yeni ifadeyi. Gel zaman git zaman papaz aniden ölüvermiş. Yerine
tayin edilen genç papaz ise hiçbir şeyden habersiz başlamış göreve. Başlamış
başlamasına da günah çıkarmaya gelen her kadının ayağının taşa takılıp düşmesi
garibine gitmiş. Bir gün dayanamayıp Belediye Başkanı’na çıkmış ve serzenişte
bulunmuş: “Sayın Başkan. Artık şu
kasabanın yollarını bir yaptırsanız, gelen tüm kadınların ayağı taşa takılıp
düşüyor. Yazıktır.” Belediye Başkanı mevzuyu bildiğinden gülmeye başlamış.
Öyle ki katıla katıla gülüyormuş. Genç Papaz dayanamamış ve Başkan’a şöyle
demiş: “Yahu Başkan ne gülüyorsun? Ayağı
taşa takılıp düşenler arasında senin hatun da var!”
Bu tabii sadece bir fıkra; ama
fıkra olması yaşadığımız gerçeklerin üstünü örtmüyor. Üzücüdür ki yaşadıklarımızın
adını fıkradaki gibi değiştirip, pisliği halının altına iteleyiveriyoruz.
Bildiğin evlilik dışı ilişkilere zina
yerine aşk yaşamak gibi yüce ya da birliktelik gibi ucube kavramlar
atfedersen, gün gelir senin ya da yakınlarının ayağının taşa takılması seni ve
herkesi kahkahalarla güldürür.
Ar perdeleriniz kalın olsun,
yolda yürürken de taşlara takılmamaya dikkat edin değerli okurlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder