KURBAN KLİŞELERİ
Yine bir
Kurban Bayramı geldi artık alışageldiğimiz klişeleriyle. Kaçan kurbanlıklar, vahşi
batılı kovboy edası ile atılan kementler, hastanelerin acil servisinde sakin
bir bayram nöbeti geçirmeyi umut eden sağlık emekçilerine ekstra mesai
yaptıracak olan sağını solunu doğramış acemi kasaplar, Bayram Namazını ve
hutbesini biraz kısa tutması beklenirken “hazır bunca kalabalık cemaati
bulmuşum, camide ne kadar uzun tutarsam kârdır” düşüncesiyle uzattıkça
uzatan hocalar, bu durumdan muzdarip, kımıl kımıl yerinde duramayan cemaat… Aklıma
klişe niyetine bunlar geliverdi ilk aşamada. Kendine has Anadolu insanı
gerilimleri…
Kurbanı
kurban kesme yerleri ya da mezbahalarda kesenler için sıra numarası takibi
dışında pek bir telaşe yok. İlk gün yoğunluğundan ötürü üç basamaklı sayılarda
sıra numarası alabilmiş olanlar “Amaaan, seneye bağış yapacağım! Bu sıra
beklenir mi be?!” şeklinde serzenişte bulunurken, aldıkları bu karardan
ertesi yılın Kurban Bayramı’nda vaz geçmeleri kesin. “Yıllardan beridir
kurbanı ben keserim arkadaş!” inatçılığında olanlar, yerleri de
müsaitse eğer kendileri kesecek kurbanlarını. Ama yıllar aktıkça yaş almış olan
ve kesim sorumluluğunu yıllardan beri kimselere bırakmayanlar, artık yavaş
yavaş o sorumluluğu daha genç kuşaklara devredecekler istemeyerek de olsa. Vee
sonuçta ortaya çıkan eserin hiçbir aşamasını beğenmeyecekler, “Ben
gençken kimseye bırakmaz kurbanlığı tek harekette yere yıkar, keser, yüzer ve
pay ederdim. Böyle de rezil etmezdim!” diyerek kırık not verecekler.
Z ve Alfa kuşaklarının temsilcisi olan ufaklıklar da
kurbanlık eğer küçükbaş ise onunla kısacık sürede duygusal bağ kuracaklar, “Baba,
bu tatlış kuzuyu (kuzu dediği de bildiği Merinos Koyunu) kesmesek olmaz mı?”
diye ağlamaklı vaziyette Chihuahua köpeciği gibi kafayı büküp kurbanı
azad ettirme çabası içine girecekler. Tabii bu talepleri uygun bir dille
reddedilecek; serde ibadet şuuru var…
Kesilen kurbanın etinden, et hiç
dinlendirilmeden eve bir kısım gönderilecek, kavurma yapılması tembihlenecek.
Normalde beyaz eşya fabrikasında, bantta montaj yapan Ahmet abi, et pişip
geldiğinde bir lokma alacak ve “Yav kardeşim bu hayvan çok gezdi
bayramdan önce. Bak eti sert olmuş” diyecek sonradan gurme edasıyla. Sanki
küçükbaş ile sabah yürüyüşüne çıkmış da dönüşte tansiyonunu ölçmüş!
Telaşesi var bu bayramın, Ramazan
Bayramı gibi değil. İkinci bilemedin üçüncü günü çıkılabilecek bayram
ziyaretlerine. Ziyarete gidilen her yerde fiks menü; kavurma, baklava
(ya da başka bir şerbetli tatlı), içecek olarak da siyah ya da sarı kola!
Yoğun ziyaret trafiğinden ötürü normal öğünler atlanacak, el ayak çekilip de
ziyaret faslı ertesi güne kadar devre arasına girdiğinde Beypazarı veya Sarıkız
maden suyunun biri gelecek biri gidecek. Ufaklıklarda ise şeker komasına ramak
kalmasına rağmen, yedikleri tonlarca şekerin etkisiyle enerji hala tavan! Saat
gece yarısını iki geçmiş, veletlerin gözünde uyku namına bir belirti bile yok.
“Ner’de o eski bayramlar!”
klişesi ise her bayramın olmazsa olmazı. “Bayram bize bayram sanki
sadece. Telaşeyi biz çekelim, millet bayram tatilini dokuz güne yuvarlasın. Ohh
ne alâ memleket be!” cümleleri de ana klişenin yancıları. Ha bir de
bayram esktrası için Kıbrıs’ta astronomik rakamlarla sahne alan sanatçı(!)ları
izlemeye gidenlere “Ayol asıl bunlar bayram yapıyor be!” diyerek
gönül bırakmalar…
Ah be bayram; artık çoğu kişi
kurbanını paketlenmiş halde marketten alıyor, ziyaretler Whatsapp görüntülü
görüşme ile savsaklanıyor, kavurmalar evde, ocağın üzerinde değil airfryerda
yapılıyor… Kaçan kurbanlığın hikayesinin anlatıldığı haberimsiler bile eski
tadı vermiyor insana. Allah aşkına kaçan kurbanlık mıydı yoksa bizim
çocukluğumuz mu, ne dersiniz?
Mutlu bayramlar dilerim…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder