GÜVENLİ GIDA HAKKI
Son günlerde ülkemizde yaşanan ve yeme-içme kaynaklı ölümlerle gündeme gelen vakalar, hepimizin ortak bir gerçeğe bakmasını zorunlu kılıyor: Kimi zaman bir tabak yemek, masum bir akşam yemeği ya da sokak arasında ayaküstü atıştırılan bir ekmek arası, hatta ne kadar saçma da olsa içine her nasılsa deterjan karışmış bir fincan Türk Kahvesi, hayatla ölüm arasındaki ince çizgiye dönüşebiliyor. Kimsenin aklına gelmeyen, kimsenin hesaba katmadığı şey bazen reflü ya da gastritle değil, doğrudan bir cenaze töreniyle sonuçlanabiliyorolması. Bu yüzden mesele artık “ne yediğimiz”den çok; “neyi,kimden ve nasıl aldığımız” meselesi.
Gitgide Hindistan’a yaklaşan sokak lezzet(!)lerindenrestoranlara, düğün yemeklerinden okul kantinlerine kadar her nokta, denetim zayıfladığında risk haritasında kırmızı renge bürünüyor. Üstelik bu risk sadece mikrobik zehirlenmelerle sınırlı değil; yanlış saklanmış etler, beklemiş sebzeler, motor yağından hallice yağlar, hijyen eksikliği, personel eğitimsizliği ve daha niceleri bu tablonun görünmeyen ama sonuçları ağır bileşenleri. Bazı işletmelerin kâr hırsıyla hijyen ve güvenliği ikinci plana atması ise toplum sağlığını en çok yaralayan noktalardan biri.
Bu tablo karşısında resmî kurumlar da çoğu zaman kıt imkânlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Gıda kontrol ekiplerinin sayısı, müdahale kapasitesi, laboratuvar yoğunluğu ve periyodik denetimlerin sıklığı; mevcut tabloya bakıldığında ihtiyacın gerisinde kalıyor. Turizm ülkesi olma iddiamız ise bu tabloyla çelişiyor. Çünkü zengin gastronomimiz, turizmin taşıyıcı sütunlarından biri. Ancak kontrolsüz gıdalar nedeniyle yaşanan her zehirlenme vakası, ülke imajına da zarar veriyor.
Bu noktada sadece devleti işaret etmek en kolay yol elbette. Oysa mesele daha büyük. İşletmenin mutfağında bulaşık yıkayan personelden paket servisi yapan motokuryeye kadar herkes bu işte paydaş pozisyonunda. Hijyen eğitimi, gıda güvenliği kültürü ve disiplin; sadece “usta başının uyarısı” ile ayakta durabilecek şeyler değil, kurumsallaşmış bir sistemle desteklenmek zorunda.
Elbette tüketicinin de bir sorumluluğu olmalı bu işte. Hepimiz dışarıda yemek yerken “ucuz fiyat”, “bol porsiyon”, “popüler mekan” gibi unsurlara bakıyoruz; ancak hazırlama koşullarını sorgulamak zerrece aklımıza gelmiyor. Oysa sağlıklı besinin ilk şartı, hijyenik üretim sürecidir. Fabrikalar zehirlemez; basit ihmaller zehirler. Çöp kutusunun yanına bırakılan et, uygun saklama sıcaklığı sağlanmayan pilav, aynı bıçakla işlenen çiğ ve pişmiş gıdalar… Hayati tehlikenin başlangıç noktaları bunlar.
Artık şunu kabul etmek zorundayız: Güvenli gıda bir lüks değil, temel bir insan hakkıdır. Düzenli denetimlerin artırılması, işletmelere zorunlu hijyen ve gıda güvenliği eğitimlerinin getirilmesi, caydırıcı cezaların ağırlaştırılması ve tüketici bilincinin yükseltilmesi; bir tercihten öte bir zorunluluk artık.
Tabağımızdaki yemek sadece midemizi değil, ülkemizin gastronomi kültürünü, turizmdeki itibarını ve en önemlisi insan hayatını ilgilendiriyor. Bu yüzden şu andan itibaren şapkamızı önümüze koyup şunu soralım:
Bu tabak sadece açlığımı mı gideriyor, yoksa sağlığımı da koruyor mu?
Cevabı bireysel olarak biz ne kadar ciddiye alırsak, gıda güvenliği de o denli güçlü olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder