Merhabalar
değerli okurlar. Bir Ramazan ayını daha bitirdik. Ömrümüzden bir Ramazan daha
geçip gitti. En son çocukluğumda kış aylarına denk gelmişti Ramazan ayı. Bir de
şimdi… Bir dahaki kış Ramazanına kim öle kim kala. Gamlı düşüncelere gerek yok,
sevdikleriniz ve sevenlerinizle mutlu bir bayram geçirmenizi dilerim.
Her
ne kadar kendimi 18 buçuktan 19 yaşında hissetsem de yarım asırı devirdim ve “Aaahh
ah, ner’de o eski bayramlar” jargonunu kullanım hakkı elde ettim sanırım.
Şaka bir yana da çocukluğumdaki bayramları özlediğimi fark ettim böyle
söyleyince. Arkadaşlarla kapı kapı dolaşıp şeker topladığımız günler ne kadar
da dün gibi! O zamanlar Bolu’da Gölyüzü mahallesinde yaşıyorduk ve
mahallenin neredeyse yüzde doksanı müstakil evlerden oluşuyordu. Tek tük
apartmanlar vardı elbette ama çoğunlukla küçük de olsa birer bahçesi olan ahşap
ya da kâgirdi o evler, bizimki gibi. Hiç unutmam bir bayram günü şeker toplama
işini o kadar abartmışız ki Gölyüzü’ndeki evleri bitirip tee Çayırpınarı
tarafına kadar gitmişiz. Vaktin nasıl geçtiğini de unutup muhtemelen birkaç
saat sonra mahallemize döndüğümüzde rahmetli annemin karşıdan bana doğru, adeta
başından dumanlar tüterek geldiğini görünce deyim yerindeyse “aydım”
ve habersizce bu kadar uzaklara gittiğim için annemden bir temiz bayram dayağı
yedim. Ama koca bir torba şeker toplamıştım. Bayram boyu tıksırıncaya kadar
yedim o şekerleri.
Tabii
bayram deyince bayramlık giysi ve ayakkabıları anlatmadan olmaz. Kısıtlı
şartlardan ötürü her zaman yeni giysi ve ayakkabı alınmazdı biz çocuklara.
Bayram arefelerinde ve sezon başlamadan önce okul için yeni birşeylere sahip
olabilirdik. Bayramdan önceki gece, sabah giymenin hayali ile yatağımızın
başucuna koyardık o yepisyeni ayakkabıları. Yeni ayakkabı kokusu bana hep
bayram gecesinde başucuma koyduğum ayakkabıları anımsatır bu yüzden.
İkramlık
şekerler öyle çikolata filan değildi, sütlü bonbon şekeri olurdu genellikle. Bazen
de sakıza benzeyen tofi tarzı beyaz şekerlerden… Şeffaf, gıcır gıcır ses
çıkaran ambalajlarından sıyırıp ağzımıza atar, saatlerce (!) döndürüp dururduk
bonbon şekerlerini. Artık sonuna geldiğimizde ise dişlerimizin arasında çatır
çutur kırıp ezerek bir sıradaki şekeri araklamanın yoluna arardık!
Genellikle
aile büyüklerini ziyaret etmenin temel ritüeli de, saygıyla onların ellerinden
öpmek ve sosyo-ekonomik durumlarına göre değişen oranlarda harçlık vermelerini
beklemekti. Alınan harçlıklar bayramlık pantolonların ceplerinin en derin
noktasında istiflenir, eve dönüp gizli gizli hasılatı sayma aşamasına bir an
önce geçmek için ebeveynler “Sıkıldım, hadi gidelim” diye darlanırdı.
Harçlık konusunda aklımda kalan ilginç ayrıntılardan biri de mendil içine
gizlenerek verilen bayram harçlıkları idi. Genellikle annemin amcasının eşinden
gelirdi bu mendil arası harçlıklar ve yengemizin bu zarafeti bizi ayrıca mutlu
ederdi. EYT yasası ile emekli olduktan sonraki ilk bayramda ben de bu güzel
adeti tekrarlamak için tuhafiyeciden beyaz mendiller aldım ve aralarına bitip
tükenmeyecek ölçüde çok olan emekli maaşımdan (!) bir miktar para koyup bayram
harçlığı olarak ailedeki çoluk çombalağa verdim. Çoğu, neredeyse hiçbiri bu
adeti bilmiyordu ve onlara verdiğim mendillere garip garip baktılar. Mendillerin
içine bakmaları gerektiği de çoğunlukla anneleri tarafından hatırlatıldı zamane
bebelerine. Birkaç bayramdır bunu tekrarlıyorum. Bu bayram da yapacağım
inşallah.
Bayramınızı
bir kez daha sevgi ve saygıyla kutluyor, hayatın bayram tadında geçeceği
günlerin özlemi ile sağlıklı ve mutlu günler diliyorum tüm okurlarımıza.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder