MUTLULUK RAPORU
Bu
haftaki yazıma, kendimle hesaplaşarak başlamak istiyorum. Geçen hafta yazdığım
yazının birkaç yerinde ironi yapmak isterken kantarın topunu kaçırmış olduğumu
fark ettim. Yazılarımı kaleme alırken her satırını, her paragrafını ve yazının
tamamını defalarca kez okurum. Ulusal çaptaki gazetelerde bu iş için istihdam
edilmiş ve adına redaktör denen personel yapar bu işi. Hem anlam, hem anlatım
hem de dil bilgisi bakımlarından yaptığım bu kontrollerin sonunda bazen gözden
kaçan ya da kendi süzgecimden geçirme konusunda sıkıntılı olan durumlarla
karşılaşırım yazının basılı halinde. Geçen hafta da böyle bir durum yaşandığını
hem siz değerli okurlar hem de yazımı okuyan değerli dostlarım bana
hatırlattınız. Kendi adıma maksadını aşan ifadelerim için rahatsızlık duyan
herkesten özür diliyorum.
Bu
hafta su sayaçlarını mı yazsam, yanlış basılan imsakiyeyi mi, patates soğan
dağıtımını mı yoksa uzun zamandır kapalı vaziyette olan Yedigöller yolunu mu
diye düşünürken birden Birleşmiş Milletler’in yayınladığı geleneksel Dünya
Mutluluk Raporu ile ilgili habere rastladım.
Söz
konusu raporda Türkiyemiz 149 ülke arasında 104üncü sırada yer almış. Raporun
sıralamasını gayrisafi yurtiçi hasıla, sosyal destek, ortalama sağlıklı yaşam
süresi, vatandaşların kendi hayatlarıyla ilgili karar alabilme özgürlüğü,
cömertlik, ve ülkedeki yolsuzluk düzeyinin değerlendirilmesi belirliyor. Güney
Afrika Cumhuriyeti’nin 103üncü, Pakistan’ın da 105inci olduğu raporun en
tepesinde yine Finlandiye yer alıyor. 149uncu ve son sırada ise Afganistan yer
alıyor. Bu rakamlar raporun genel
sıralaması. Mikro boyutta da ülkelerin kentleri de aynı kriterler göz önüne
alınarak sıralanmış. Ülkemiz özelinde yaşadığımız kent Bolu ilk 20 içerisinde,
14üncü sırada yer alıyor. İlk sırada yine bir karadeniz kenti olan ve
Türkiye’nin en sakin şehri kabul edilen Sinop’un yer aldığı görülüyor. Üç büyük
şehir de (İstanbul, Ankara ve İzmir) yüzde 60 mutluluk oranı altında kalarak
görece mutsuz sayılmışlar.
Rapor
hazırlanırken esas alınan kriterler elbette tartışılmaz değil. Ama açıkçası
demokrasiyi, insan haklarını, sosyal devleti vb. ilkeleri yaşamsal düstur
edinmiş herkesin kabul edebileceği ölçütler… Değerlendirmelere bu yıl 2019
sonundan bu yana etkisi altında olduğumuz Covid-19 salgını da eklenmiştir
umarız. Zira ister istemez bu virüs hayatımızın orta yerinde yer işgal etmekte
neredeyse bir buçuk yıldır. Dışarıdan aşı alım süreci, sınırlı sayıdaki bu
aşıların hakkaniyetli bir sıralama ile halka ulaştırılıp ulaştırılamadığı,
pandemi kuralları olarak devletçe yürürlüğe konulan bazı düzenlemelerin
toplumun tüm kesimlerine eşit şekilde uygulanıp uygulanmadığı da bireysel ve
toplumsal anlamda mutluluğa etki eden faktörler olarak göze alınmalı. Gerçi bir
kısım ülkelerde tüm bireyler eşittir, ama bazı bireyler daha eşittir kalıbı
halihazırda geçerliliğini koruyor ya neyse… Yanlış anlaşılmasın; bu
söylediğimin temelinde George Orwell’in Hayvan Çiftliği adlı öyküsünde
anlatılanlar yatmakta. Özetle, insanların eziyetinden bıkıp yönetimi ve
çiftliği ele geçiren hayvanların manifestosunda bir numaralı maddede “tüm
hayvanlar eşittir” yazmaktadır. Gel zaman git zaman bazı hayvanların
kayırıldığı ortaya çıkınca manifestoya ikinci madde olarak “bazı hayvanlar daha
eşittir” yazılır! Her neyse, mutluluk bu tür elle tutulur gözle görülür,
sayılarla ifade edilebilir kriterlerle ölçülebilir bir şey gibi görünse de
aslında duygusal anlamda hissedilebilir duygudan başka bir şey değildir bana
göre.
Peki siz
değerli okurlar, sizler yüzde 70lik mutlu kesimin mi yoksa kalan yüzde 30’un mu
içerisindesiniz? Sevgi ve selamlarla...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder