FIRILDAK
Birdenbire
ya da belirgin ayak sesleri ile gelen devrimler karşısında birçok insanın bu
yeni durumlara nasıl çabucak uyum gösterdiğine, nasıl hiçbir rahatsızlık
duymadan bir gün önceki görüşleri ile tamamen çelişik düşüncelerin ateşli birer
savunucusu oluverdiklerine şahit oluruz / olmaktayız. Bu insanlar için geçmişte
savundukları görüşler, “gelen ağam giden paşam” sözünün ana fikrindeki gibi
silinip gider, yerini yenileri alır.
Bu
tarz gözlemler her ne kadar bir genelleme içeriyor gibi algılansa da herkes
için geçerli değildir. Bu omurgasızlığı göstermeyerek kendini çarçabuk
değiştirmeyen onurlu insanlar da olagelmiştir. Küçük topluluklarda bu kısıtlı
zümre iki elin parmakları kadardır deyim yerinde ise. Bilimsel argümanları esas
alarak insanlar arasındaki bu önemli farkı neyin oluşturduğu, önemli bir
araştırma konusudur kanımca.
Her
devrin adamı olmayı reddeden kişilerin her zaman bir görev bilinci ya da
saflıktan ötürü bu tavrı gösterdiğini düşünmemek de lazım. Çoğu zaman cesaret,
dürüstlük ve ahlaki değerlere bağlılık da bu insanların duruşlarındaki temel
etkenler aslında. Tabiri caizse “ucunda ölüm de olsa” doğru bildiğinin
arkasında durmaktadır aslında bu insanlar.
Ahlaki değerler toplumsal anlamda çok gerekli unsurlar olduğu kadar belki
de inançlara yön veren şeylerdir. Bireyler her dönemde doğru bildiklerini
savunabilmek için, ahlaki değerlerin yanı sıra cesareti de temel ihtiyaç olarak
bulundurmak zorundadır. Cesaretli
olabilmek içinse daha önce yanlış yapmamış olmak esastır. O zaman insanın sesi
alabildiğine gür çıkacaktır. Elbette insandır, hata yapabilir. Önemli olan
yanlışta ısrar etmemektir.
Zaman
zaman piyasadaki “her devrin adamı” olan güruha baktıkça, tamamına yakınının
dünyalığını yapmış olduklarını görüyoruz. Yani artık nabza göre şerbet vermeyi
kestiklerinde “arpam kesilir, acımdan ölürüm” demelerini gerektirecek bir durum
yoktur hiçbirinde. Aksine birçoğu köşe başlarını tutmuş, yatını, katını
istiflemiş, kimisi yazı yazıp ahkam kesmekte, kimisi ise arpalıklardan nasiplenmekte.
Buna rağmen durmak nedir bilmez vaziyetteler. Hani lüks otellerdeki açık
büfeler vardır ya; bitecek diye tepeleme doldurursunuz tabağınızı, hah işte
onun gibi…
İnsan biraz da
bulunduğu kabın şeklini alabilen bir canlıdır. Elbette ki esner, fikir ve düşünceleri
değişebilir. 70lerde azılı “komünist” olan insanların bugün “kapitalist”
şirketlerin sahibi olduğunu görebilirsiniz mesela. Ya da ateisttir adam, başına
gelen bir musibetle dine dönmüş, inançlı biri olmuştur. Ancak önem arz eden
nokta, bu değişimlerin aniden değil yavaş yavaş ve belli bir yöne doğru
gerçekleşmiş olmasıdır. Yani fırıldak misali fırıl fırıl dönmenin bir mantığı
yok! Aynaya baktığında kendi siluetini görmek istersin, biçimsiz, şekilsiz bir
yaratık değil. Neredeyse aldığın her nefesin bile kayıt altına alındığı günümüz
dünyasında, zaman gelir geçmişte dile getirdiklerini yüzüne çarpacak onlarca,
yüzlerce kayıt karşına çıkar da kimseyi kandıramayacak duruma gelir,
yüzsüzlüğün sınırlarında gezinirsin. Sonuçta insanın suratının derisi ne kadar
sertleşebilir ki?! Bir insan ne zamana kadar zamanında küfrettiklerine yağcılık
yapabilir, varlığına bile tahammül edemediği insanlara katlanabilir?
Kişi yalnız
kaldığında kendisine sormak zorundadır; “ben ne yapıyorum?” diye… Bu soruya
benliği ile yüzleşip mide bulantısı geçirmeden uzun süre dayanabiliyor, soruyu
açık yüreklilikle yanıtlayabilecek cesareti olduğuna inanıyorsa bizim bu yazıyı
yazma nedenimiz her halükârda ortadan kalkmıştır.
Tüm
okuyucularımıza sevgi ve selamlarımı sunuyorum…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder