11 Şubat 2009 Çarşamba

010.17/03/2008 Sinopsis (Bolu Gazetesi)

Merhabalar. Sizler de aynı fikirde misiniz bilmiyorum, ama televizyonda dizi ya da film izlemek tam anlamıyla eziyet haline dönüştü benim için. Gizli reklam tuzağına düşmemek için televizyonlar, yayımladıkları dizilerde ve filmlerde arka planda görünen reklamları mozaikliyorlar bildiğiniz üzere. Bu durum son zamanlarda o denli saçma bir hal aldı ki, dizilerdeki karakterler markasız su, markasız kola içiyor, markasız yiyecekler tüketiyorlar. Özellikle su ve kola şişelerinin markalarının özenle sökülmüş olması izleyicinin gözüne sokuluyor. Saçmalığın son perdesi ise ambulansların bağlı bulunduğu sağlık merkezlerinin isimlerinin mozaiklenmesi. Sanki o sağlık kuruluşunun adını gördüğümüzde “hemen şu ambulansı bir çağırayım” diyormuşuz gibi… Yabancı filmlerdeki uygulamalar da cabası. Filmin başrol oyuncusu New York’ta bir caddede gezinirken, arka plandaki ışıklı reklam tabelasına bir bakıyorsunuz; mozaikli. Maalesef bu durumun çözümü de yok gibi. RTÜK, programların aralarına giren reklamların süresi konusunda yaptığı uyarıların televizyon kuruluşlarınca umursanmamasına ses çıkarmazken, gizli reklamın karşısında kaya gibi sağlam bir duruş sergiliyor her nedense. Bir de Türkçe’deki yozlaşmaya bu denli sağlam el atan kişiler ya da kurumlar olsa… Türk Dil Kurumu, ağzı var dili yok bir pozisyonda maalesef. Gerçi onların da yapabileceği bir şey yok. Zira yaptırım gücü sıfır TDK’nın. Bazen düşünüyorum, televizyonlarda “redaktör” yok mu diye. Haberlerde ya da programlarda ekranın altından bant olarak akan yazılarda, ayrı yazılması gereken –de, –da, -mı ve benzeri eklerinin bitişik nizam yazılışına sıkça şahit oluyorum ve bu da sinirlerimi son derece yoruyor. Ulusal gazetelerde bu eklerin yazımında kurallara çoğunlukla riayet ediliyor ama ulusal ve yerel televizyonlarda bu işe gereken ehemmiyet verilmiyor. Üzücü...
Aslında Türkçe’nin kullanımı ile ilgili tek sorun, eklerin yanlış kullanımından ibaret değil elbette. Bir de cins isimlerinde, çoğunlukla özentiden kaynaklanan İngilizce ağırlıklı kullanımlar var. Ce-ne-ne veya ce-ne-be-ce diye okumamız gereken televizyon kanallarının isimlerini, sanki Türkçe’de harfler si, en, bi şeklindeymiş gibi okuyoruz, ya da okumak zorunda bırakılıyoruz. Şimdi bir de başımıza ti-en-ti çıktı, yani te-ne-te... Fox’a hiç değinmek istemiyorum, çünkü başlı başına ucube bir kanal ismi! MSN’yi em-es-en diye okuyunca kibar mı oluyoruz yoksa “süper” İngilizce konuşmuş mu oluyoruz? Bir de ticarethanelere yabancı isimler konması kadar saçma bir durum var mıdır acaba?! Oyuncakçı yerine toys shop, tekel bayii yerine tobacco shop demekle elimize ne geçiyor ki? Kar marjımız mı artıyor? Yabancı markaların bayiliğini yapanlara sözümüz yok elbette. Bazen işin o denli ileri boyutlara taşındığına şahit oluyoruz ki, adam Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nun kısaltmasına, CRR’ye si-ar-ar, Atatürk Kültür Merkezi’nin kısaltması olan AKM’ye de ey-key-em diyecek kadar özenti sahibi olabiliyor. Aslına bakarsanız tarihin her döneminde Türk Dili’ne bu tarz girişimler olmuş. Örneğin Osmanlı Devleti’nin belli dönemlerinde belli dillerden Türk Dili’ne girişimler olduğunu görüyor, hatta bunların birçoğunu günümüzde de kullanıyoruz. Bazen Farsça kalıplar, bazen Arapça, bazen de Fransızca kelimeler, fonetik yapıları ile beraber Türk Dili’ne girerek Türkçeleşmiş. Diller arası etkileşim bir nebzeye kadar kabul edilebilir bir durum. Özellikle teknolojik gelişmelerin sahibi olan uluslar, yeni teknolojilerin isimlerini kendi dillerinde dayatma şansına sahipler. Sen de birşeyler bul, adını koyma hakkını sonuna kadar kullan...
Türk Dili ile ilgili bu denli konuşma yeter. Daha fazlasını Hakkı Devrim'e bırakalım. Uzun bir aradan sonra, dördüncü sezon bölümleriyle yine bizleri meşgul etmeye devam eden LOST'un haricinde bir şeyler keşfetmek isteyen okuyucularımıza bir ufak tavsiyem olacak. Başrolünde Linda Hamilton ve ABD'nin Kaliforniya eyaleti valisi Arnold Schwarzennegger'in oynadığı Terminator filmlerini anımsayacaksınız. Gerçi Linda Hamilton serinin üçüncü filmi olan The Rise of the Machines'te oynamamıştı ya, neyse. Şimdilerde Terminator serisinin iki ve üç numaralı filmlerinin arasındaki bir zamanı anlatan ve başrolünde Lena Headley'nin oynadığı Terminator: The Sarah Connor Chronicles adlı dizi yayımlanıyor ABC televizyonunda. Ülkemizde yayımlanıp yayımlanmayacağı ve yayımlanırsa hangi kanalda izlenebileceği henüz belli olmayan yapımda, kontrolden çıkarak insanlara saldıran Skynet adlı bilgisayar programı tarafından gelecekten gönderilen insan görünümlü yokedici robotlarla (sibernetik organizmalar), onların şerrinden oğlu John Connor'u korumaya çalışan Sarah Connor'un mücadelesi anlatılıyor. Tekrar etmek gerekirse dizide olayların kronolojisi, Terminator II ile Terminator III arasındaki bir zamana denk geliyor. Gelecekte Skynet ile yapılacak savaşın lideri pozisyonunda olacağı söylenen genç John'u korumak için bir sibernetik organizma daha gönderiliyor. Bu seferki robot, Arnold gibi kaslı bir insan azmanı değil, genç ve seksi görünüşlü bir kızcağız. “Kızcağız” ifadesi sizi yanıltmasın, bu da yeniden programlanmış bir yokedici ve en az diğerleri kadar acımasız. Terminator filmleri ve bu filmlerde savunulan düşünce, yani dijital kıyamet düşüncesi ilginizi çekiyorsa ve elbette fırsatınız varsa izlemenizi tavsiye ediyorum. Son olarak dokuzuncu bölüm yayımlandı ve dizi sezon arası verdi.
Benden bu haftalık ta bu kadar. Bize her konuda görüşlerinizi iletebilirsiniz. E-posta adresimizi biliyorsunuz: sinopsis.bolugazetesi@gmail.com. Önümüzdeki Pazartesi günü buluşmayı diliyor, hepinize, özellikle sevgili Caner Başkan'ımıza sağlıklı günler temenni ediyorum.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...