Değersiz Hayatlar
Hiç düşündünüz mü hayatınız ne kadar değerli diye?! Yani kaç para karşılığında hayatınızdan vazgeçerdiniz? Ya da ne bileyim; evlatlarınızı ölüme terk etmek için ne kadarlık bir çek sizi yoldan çıkarırdı? Saçma mı geldi sorularım size? Garipsemeyin, şoka da girmeyin, kendinizden şüphe etmeyin: Zira sorularım gerçekten saçma, hatta saçma ötesi!.. Hiçbirinizin bu sorulara mantık çerçevesinde bir cevap bulmaya çalışmayacağı aşikar. “Olur mu kardeşim öyle şey! İnsan hayatından para karşılığı vazgeçer mi hiç?” ya da “Evladının hayatını paraya tahvil edebilecek kadar şerefsiz miyim ben?” tarzı cevaplar da aklıselim sahibi insanların vereceği türden cevaplar şüphesiz. Öyleyse can alıcı soru şu: İnsan hayatı neden bu kadar değersiz ülkemizde?
Varmak istediğim nokta, yukarıda okuduğunuz ve şüphe ile baktığınız soruları sormaya beni iten olay, aslına bakarsanız bardağı “bir kez daha” taşıran bir sağlık skandalı…
Müzisyen Burhan Şeşen’in biricik evladı Serhan’ın, 26 yaşındaki gencecik fidanın başına gelenleri kuşku yok ki ulusal medyadan takip etmişsinizdir. Baş ağrısı şikâyeti ile özel bir sağlık kuruluşuna başvuran Serhan, grip aşısı yapılarak gönderiliyor. Şikâyetleri daha da şiddetlenerek devam eden Serhancık, tekrar bu sağlık kuruluşuna tekrar başvurduğunda beyin tomografisi çekilmesi gibi görece daha kolay bir işlem dururken, lumbar ponksiyona (belden omurilik sıvısı alınması işlemine) tabi tutuluyor. Omurilik sıvısında görülen ve yayılma davranışı gösteren enfeksiyon, geciken beyin ameliyatı ve konulan menenjit tanısının ardından, geçirdiği operasyona rağmen, geçtiğimiz gün beyin ölümü gerçekleşiyor ve yaşam destek ünitesine bağlanıyor. Siz bu satırları okurken belki de ailesi verilmesi gereken zor kararı vermiş ve yaşam destek ünitesinin şalteri kapatılmış olabilir. Artık ne yapılsa, ne söylense boş… Dolu dolu geçen tertemiz bir ömür daha, ailesinin sarfettiği binbir emek, işine saygı duymayan birkaç “tüccar”ın hatası nedeni ile insanların ellerinden kum tanesi gibi akıp gitti işte… Emin olun kimse hesap vermeyecek, hiç kimse kusurlu sayılmayacak, Serhancık ta, yüzlerce belki binlerce Serhan gibi hiç uğruna yitip gitmiş olacak. Müzisyen Barış Akarsu’yu “yutan” katil kavşağın bilirkişilerce hatasız ilan edilmesi gibi, midesine değil başka bir yerine ziftlenip direksiyona geçen bir it tarafından ezilen Selin Uras sekizde “bilmemkaç“ hatalı sayılacak, ama o it yine ziftlenip başka hayatları söndürmek üzere yine “görevde” olacak… Babası Boray Uras değil İstanbul’dan Ankara’ya, kuzey kutbundan güney kutbuna yürüse de, yedi denizleri aşıp avazı çıktığı kadar haklılığını haykırsa da durum değişmeyecek. Tuttuğu takımın kazandığı maçı ya da bir düğünü bahane edip sağa sola “sıkan” Nebati özentisi tiplerin öldürdüğü, sakat bıraktığı insanlara rağmen, bu kafadaki aymazlar Bakanların da bulunduğu bir törende denize indirilen gemiyi kutlamak adına yine sıkacak sağa sola… Ambulans bulunamadığı için adeta ölüme terk edilen insanların olduğu bu ülkede, dolmuşa çevrilen ambulanslar Anadolu yakasındaki Kadıköy’den, neredeyse Edirne’ye yakın bir yere, Çatalca’ya meslektaş ziyaretine gidebilir ve bu durum kimseyi rahatsız etmez. Özürlü asansörüne, hem de sekiz kişi doluşarak arıza yaptıran “akıllı”lar, kendilerini kurtaran belediye ekiplerine veryansın edip pişkin pişkin “Nerde bu devlet?! Bu ne rezalettir? Asansörde kaldık!” diyebilecek kadar ahmaklaşabilirler. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Bazen ikileme düşüyorum; ya bize öğretilen tarih, anlatılan ecdat başkalarını tarihi, başkalarının ataları idi, ya da biz bir şeklide onlara layık olamayacak kadar yozlaştık, yozlaştırıldık. Yani düşünsenize Haliç’e gemileri karadan yürüterek indirebilecek kadar, Selimiye’de, aydınlatma için yanan mumların isinden çini mürekkebi üretmeyi akıl edecek kadar zeki, sağ elin verdiğini sol elin bile bilmediği cami kapılarındaki düzeni oluşturan hayırsever ecdada layık bir yaşam tarzı içinde miyiz acaba? Daha kurban edeceğimiz bir öküze bile sahip olamazken ecdadımızla övünmenin ne anlamı olabilir ki?
Ama umudum halâ var. Elbet bir gün bu durum değişecek. Biz görür müyüz bilemem, ama umarım torunlarımız birbirine daha saygılı, her şeyden önce hayata saygı duyan bir toplum oluşturmayı becerebilirler.
Haftaya görüşmek üzere hoşçakalın.
Hiç düşündünüz mü hayatınız ne kadar değerli diye?! Yani kaç para karşılığında hayatınızdan vazgeçerdiniz? Ya da ne bileyim; evlatlarınızı ölüme terk etmek için ne kadarlık bir çek sizi yoldan çıkarırdı? Saçma mı geldi sorularım size? Garipsemeyin, şoka da girmeyin, kendinizden şüphe etmeyin: Zira sorularım gerçekten saçma, hatta saçma ötesi!.. Hiçbirinizin bu sorulara mantık çerçevesinde bir cevap bulmaya çalışmayacağı aşikar. “Olur mu kardeşim öyle şey! İnsan hayatından para karşılığı vazgeçer mi hiç?” ya da “Evladının hayatını paraya tahvil edebilecek kadar şerefsiz miyim ben?” tarzı cevaplar da aklıselim sahibi insanların vereceği türden cevaplar şüphesiz. Öyleyse can alıcı soru şu: İnsan hayatı neden bu kadar değersiz ülkemizde?
Varmak istediğim nokta, yukarıda okuduğunuz ve şüphe ile baktığınız soruları sormaya beni iten olay, aslına bakarsanız bardağı “bir kez daha” taşıran bir sağlık skandalı…
Müzisyen Burhan Şeşen’in biricik evladı Serhan’ın, 26 yaşındaki gencecik fidanın başına gelenleri kuşku yok ki ulusal medyadan takip etmişsinizdir. Baş ağrısı şikâyeti ile özel bir sağlık kuruluşuna başvuran Serhan, grip aşısı yapılarak gönderiliyor. Şikâyetleri daha da şiddetlenerek devam eden Serhancık, tekrar bu sağlık kuruluşuna tekrar başvurduğunda beyin tomografisi çekilmesi gibi görece daha kolay bir işlem dururken, lumbar ponksiyona (belden omurilik sıvısı alınması işlemine) tabi tutuluyor. Omurilik sıvısında görülen ve yayılma davranışı gösteren enfeksiyon, geciken beyin ameliyatı ve konulan menenjit tanısının ardından, geçirdiği operasyona rağmen, geçtiğimiz gün beyin ölümü gerçekleşiyor ve yaşam destek ünitesine bağlanıyor. Siz bu satırları okurken belki de ailesi verilmesi gereken zor kararı vermiş ve yaşam destek ünitesinin şalteri kapatılmış olabilir. Artık ne yapılsa, ne söylense boş… Dolu dolu geçen tertemiz bir ömür daha, ailesinin sarfettiği binbir emek, işine saygı duymayan birkaç “tüccar”ın hatası nedeni ile insanların ellerinden kum tanesi gibi akıp gitti işte… Emin olun kimse hesap vermeyecek, hiç kimse kusurlu sayılmayacak, Serhancık ta, yüzlerce belki binlerce Serhan gibi hiç uğruna yitip gitmiş olacak. Müzisyen Barış Akarsu’yu “yutan” katil kavşağın bilirkişilerce hatasız ilan edilmesi gibi, midesine değil başka bir yerine ziftlenip direksiyona geçen bir it tarafından ezilen Selin Uras sekizde “bilmemkaç“ hatalı sayılacak, ama o it yine ziftlenip başka hayatları söndürmek üzere yine “görevde” olacak… Babası Boray Uras değil İstanbul’dan Ankara’ya, kuzey kutbundan güney kutbuna yürüse de, yedi denizleri aşıp avazı çıktığı kadar haklılığını haykırsa da durum değişmeyecek. Tuttuğu takımın kazandığı maçı ya da bir düğünü bahane edip sağa sola “sıkan” Nebati özentisi tiplerin öldürdüğü, sakat bıraktığı insanlara rağmen, bu kafadaki aymazlar Bakanların da bulunduğu bir törende denize indirilen gemiyi kutlamak adına yine sıkacak sağa sola… Ambulans bulunamadığı için adeta ölüme terk edilen insanların olduğu bu ülkede, dolmuşa çevrilen ambulanslar Anadolu yakasındaki Kadıköy’den, neredeyse Edirne’ye yakın bir yere, Çatalca’ya meslektaş ziyaretine gidebilir ve bu durum kimseyi rahatsız etmez. Özürlü asansörüne, hem de sekiz kişi doluşarak arıza yaptıran “akıllı”lar, kendilerini kurtaran belediye ekiplerine veryansın edip pişkin pişkin “Nerde bu devlet?! Bu ne rezalettir? Asansörde kaldık!” diyebilecek kadar ahmaklaşabilirler. Bu örnekler çoğaltılabilir.
Bazen ikileme düşüyorum; ya bize öğretilen tarih, anlatılan ecdat başkalarını tarihi, başkalarının ataları idi, ya da biz bir şeklide onlara layık olamayacak kadar yozlaştık, yozlaştırıldık. Yani düşünsenize Haliç’e gemileri karadan yürüterek indirebilecek kadar, Selimiye’de, aydınlatma için yanan mumların isinden çini mürekkebi üretmeyi akıl edecek kadar zeki, sağ elin verdiğini sol elin bile bilmediği cami kapılarındaki düzeni oluşturan hayırsever ecdada layık bir yaşam tarzı içinde miyiz acaba? Daha kurban edeceğimiz bir öküze bile sahip olamazken ecdadımızla övünmenin ne anlamı olabilir ki?
Ama umudum halâ var. Elbet bir gün bu durum değişecek. Biz görür müyüz bilemem, ama umarım torunlarımız birbirine daha saygılı, her şeyden önce hayata saygı duyan bir toplum oluşturmayı becerebilirler.
Haftaya görüşmek üzere hoşçakalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder