Selamlar… Geçtiğimiz günlerde yapılan ve ben de dahil yaklaşık bir milyon fakülte mezununun katıldığı KPSS hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Öncelikle o ne rezil bir sınavdı öyle arkadaş! Özellikle yabancı dil (benim için bu İngilizce oluyor) sınavı… Sorular o denli abartılıydı ki zannedersiniz sınava katılan herkes ODTÜ, Boğaziçi ya da Bilkent mezunu! Kırkıncı soruda “artık yeter” deyip lanetler okuyarak sınavı terk ettim. Üniversitelerde eğitim düzeyi çok yüksek olur, deyim yerindeyse bülbül gibi şakıyan öğrenciler yetiştirilir, bu soruların sorulmasını anlar, hazırlayanlara hak veririm. Oysa ben Turizm ve Otelcilik’te okurken Yabancı Dil dersini seçmeli yapmışlardı, düşünebiliyor musunuz? Sadece yabancı dille de sınırlandırmamak lazım üniversitelerdeki durumu. Okuduğunuz alandaki derslerde de hemen hemen aynı durum geçerli. Şu açık ki sistem öğrenciyi yalnızca not almaya yöneltiyor. Bu da üniversitelerden mezun olmuş binlerce donanımsız genç insan ve elbette işsizler ordusu demek. Zaten eğitim sisteminin “başarısı(!)” nedeni ile liseden mezun olan öğrencilerin yüzde doksanından fazlası sevdiği, istediği bölüm yerine, “puanının yettiği” bölümlerde okuyabiliyor. Sonunda da mezun olup, “fakülte mezunu” yaftası yapıştırılmış, ülke ve dünya gerçeklerinden bihaber, okumayan, okusa da okuduğunu anlamayan insanlardan oluşan bir nesil, bir toplum ortaya çıkıyor. Neyse işin bu tarafı ayrı bir tartışma konusu. Ö-SE-YE-ME’deki çok değerli ve bir o kadar da üstün zekâlı idarecilerden tek isteğim; ülke gerçeklerine uygun biçimde sorular hazırlatmaları. Gerçi bu sınav başta olmak üzere hiçbir sınavın da fazlaca önemi olduğuna inanmıyorum. Beni bu düşünceye iten iki nedenden ilki, kapasitemi sorgulayabilecek bir sınavın varolmadığına inanıyor oluşum. Beni megaloman sanmanızı istemem; bir – iki saate sıkıştırılmış bir seviye belirleme sistemi aslında hiç kimsenin kapasitesini sorgulamaya yetemez. Seviye, belli aralıklarla ve yıllara yayılması gereken bir süreçte belirlenmeli. Diğer sebep ise kamuoyunda sıkça sözü edilmesine rağmen, elle tutulur bir delil olmadığı için “şehir efsanesi” statüsünden ileri gidemeyen “Doğu ve Güneydoğu illerinde, özellikle Tunceli ve Diyarbakır gibi kentlerde yapılan neredeyse tüm merkezi sistem sınavlarında soru kitapçıklarının ya da sorulan soruların yanıtlarının havada uçuştuğu” yönündeki iddialar… Yıllardır yapılan sınavlarda hiçbir şaibe olmadığını ısrarla iddia eden Ö-SE-YE-ME tayfasının aksine, geçenlerde yapılan son OKS’nin ardından TV 8 kanalında yayımlanan ve soru çözümlerinin verildiği programa katılan bir eğitimci çok net bir şekilde özellikle Tunceli’de her sınavda bu tarz çalışmaların vuku bulduğunu, ancak bunların yetkililerce “umursanmadığını” ifade ederek Ö-SE-YE-ME’yi göreve davet etti. Tekrar etmem gerekirse elde tutanak ve benzeri bir delil olmadığından bunlar sadece iddia. Ama insanların moralinin bozulmasına sebep olan son derece ciddi ve sinir bozucu iddialar… Bence Ö-SE-YE-ME, kendine çeki düzen vermeli. Yoksa ileriki günlerde, Grup Deli’nin yaptığı “Ö-SE-YE-ME Gözümü Ye!” parçasından daha ağır suçlamalara ve eleştirilere maruz kalabilirler.
Sınava katılmak üzere Karaköy Taşıyıcılar Kooperatifi’ne ait midibüsle A.İ.B.Ü. İzzet Baysal Kampüsü’ne doğru yol alırken, diğer yolculardan bir grubun kendi aralarında yaptığı bir sohbete de kulak misafiri oldum. Sohbet çok özel olmadığından, normalden yüksek tonda fakat haykırma düzeyinde olmadığından konuşulanları sizlere de aktarmak isterim.
Genç kardeşlerim, yıllar önce sırasıyla TRT ve Star televizyonlarında yayımlanan ve 7’den 70’e her yaştan izleyicinin kendinden bir şeyler bulabildiği bir dizi olan BİZİMKİLER dizisinden bahsediyorlardı. Başlangıçta Erdal Özyağcılar’ın, daha sonrasında ise geçenlerde vefat eden Savaş Dinçel’in canlandırdığı “Şükrü” karakterinden bahseden genç kardeşimin, bu karakter hakkında söylediği “Çok entelektüel ve demokrat bir insan portresi çiziyordu. Özellikle çocukları ile arasındaki diyalog muhteşemdi.” mealindeki düşünceleri bir hayli ilgi çekici geldi bana. Türk televizyon Tarihi’ne kim ne derse desin altın harflerle kaydedilmesi gereken, izleyiciye insan ilişkileri ve aile bağları hakkında bu denli olumlu dersler veren bir dizinin, hem de bu denli sanat geçmişi üst düzey oyuncu kadrosu bir araya getirilerek bir daha çekilmesi kanımca çok zor. Bizimkiler’in izinden giden ve Türk Televizyon Tarihi’nde kendilerine sağlam yerler edinen diziler oldu ama hiçbiri maalesef Bizimkiler’in yerini dolduramadı. Perihan Abla ile başlayan, Bizimkiler ile devam ederek zirveye ulaşan bu tarz dizilerin dönemi maalesef Süper Baba ile sona ermiş görünüyor. Elbette çok izlenen ve artık fenomen haline dönüşmüş olan Asmalı Konak tarzı “ağalı – marabalı” dizileri bunların arasına dahil etmek mümkün değil. Özellikle bir pazarlama faciası olan “Asmalı Konak dizisinin finalinin sinema filmi olarak çekilmesi” düşüncesi, Pazarlama alanında ders olarak okutulmalı diye düşünüyorum. “Tutmuş bir proje nasıl batırılır?” başlığı altında gayet güzel olur bence!
Bu haftalık bu kadar… Tüm okuyucularıma sevgilerimi sunuyorum.
Sınava katılmak üzere Karaköy Taşıyıcılar Kooperatifi’ne ait midibüsle A.İ.B.Ü. İzzet Baysal Kampüsü’ne doğru yol alırken, diğer yolculardan bir grubun kendi aralarında yaptığı bir sohbete de kulak misafiri oldum. Sohbet çok özel olmadığından, normalden yüksek tonda fakat haykırma düzeyinde olmadığından konuşulanları sizlere de aktarmak isterim.
Genç kardeşlerim, yıllar önce sırasıyla TRT ve Star televizyonlarında yayımlanan ve 7’den 70’e her yaştan izleyicinin kendinden bir şeyler bulabildiği bir dizi olan BİZİMKİLER dizisinden bahsediyorlardı. Başlangıçta Erdal Özyağcılar’ın, daha sonrasında ise geçenlerde vefat eden Savaş Dinçel’in canlandırdığı “Şükrü” karakterinden bahseden genç kardeşimin, bu karakter hakkında söylediği “Çok entelektüel ve demokrat bir insan portresi çiziyordu. Özellikle çocukları ile arasındaki diyalog muhteşemdi.” mealindeki düşünceleri bir hayli ilgi çekici geldi bana. Türk televizyon Tarihi’ne kim ne derse desin altın harflerle kaydedilmesi gereken, izleyiciye insan ilişkileri ve aile bağları hakkında bu denli olumlu dersler veren bir dizinin, hem de bu denli sanat geçmişi üst düzey oyuncu kadrosu bir araya getirilerek bir daha çekilmesi kanımca çok zor. Bizimkiler’in izinden giden ve Türk Televizyon Tarihi’nde kendilerine sağlam yerler edinen diziler oldu ama hiçbiri maalesef Bizimkiler’in yerini dolduramadı. Perihan Abla ile başlayan, Bizimkiler ile devam ederek zirveye ulaşan bu tarz dizilerin dönemi maalesef Süper Baba ile sona ermiş görünüyor. Elbette çok izlenen ve artık fenomen haline dönüşmüş olan Asmalı Konak tarzı “ağalı – marabalı” dizileri bunların arasına dahil etmek mümkün değil. Özellikle bir pazarlama faciası olan “Asmalı Konak dizisinin finalinin sinema filmi olarak çekilmesi” düşüncesi, Pazarlama alanında ders olarak okutulmalı diye düşünüyorum. “Tutmuş bir proje nasıl batırılır?” başlığı altında gayet güzel olur bence!
Bu haftalık bu kadar… Tüm okuyucularıma sevgilerimi sunuyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder