11 Şubat 2009 Çarşamba

005.20/07/2007 Sinopsis

Sıcak yaz günleri kadar sıcak bir merhaba. Bu hafta film tanıtımları yerine bir farklılık yapalım ve sinema tarihindeki önemli film serilerine kısa kısa bakışlar atalım, ne dersiniz?
Öncelikle belirtmem gereken birşey var ki o da şudur; burada savunulan fikirler yalnızca kişisel kanaat düzeyindedir. Üzerinde fikir beyan edilen sanat eserlerine üretici, oyuncu, dağıtıcı veya teknik personel olarak emeğini koyan hiç kimseyi karalama ya da küçük düşürme amacı taşımamaktadır.
Devam filmleri bir çeşit tekrarlamadan ibarettir çoğu zaman. Özellikle ilk filmin yönetmeni, ikinci filmin, hatta çoğu zaman “trilogy” yani üçlemelerde üçüncü filmin de yönetmeni ise tekrar duygusu biraz daha fazla, adeta bir dejavü gibi hissedilir. Ocean’s 11, 12 ve 13 serisinde olduğu gibi. Yönetmen Steven Soderbergh, bağımsız sinemanın yani Pan-Amerikan hâkimiyetinde olmayanların en önemli isimlerinden biri olmasına rağmen, 11’deki müthiş zekice planı ve planın uygulanışını, tatlı sert, ama ince nüktelerle dolu diyalogları 12 ve 13’e taşıyabilmiş değildir. Önemli oyuncuların vasatın üzerindeki kişisel performanslarına rağmen Ocean’s devam filmleri gişede bekleneni vermemiş, Oscar ve benzeri ödüllerin ancak beyazcamdaki silüetleri ile avunmuştur. Oysa trilogy-üçlemelerin de başarılı olabileceğine en iyi örnek Yüzüklerin Efendisi serisidir. İngiliz yazar John Ronald Ruel Tolkien’in destansı öyküsünü filme dönüştürmeyi, Avusturalyalı yönetmen Peter Jackson’a kadar hiçbir yönetmen göze alamamıştır. Jackson biraz da kumar oynayarak serinin üç filmini de aynı anda çekmiş, her yıl bir bölümünü gösterime sokarak gişe başarısını da garanti altına almıştır. Serinin bu denli başarı kazanmasındaki tek sebep elbette pazarlama stratejisinin akıllıca olması değildir elbette. Kasting, yani oyuncu seçiminden, yerel seslendirme sanatçılarının seçimine değin her şeyin büyük bir titizlik çerçevesinde kotarılmış olması da, başarıda Peter Jackson ve oyuncu performansları kadar önemli etken olmuştur. Seri filmlerde genel kanı; “ilk film iyidir, ikincisinin konusu birincisine bağlı ise vasatın altında kalır, üçüncü bölüm en kötüsüdür” şeklindedir. Bu durumun bir diğer istisnası da Geleceğe Dönüş serisidir. Her yeni bölümü bir öncekine sıkı sıkıya bağlı olmasına karşın, tekrara düşmeden izleyiciye yeni bir şeyler verebilmeyi başarmıştır. Robert Zemeckis ve Steven Spielberg ortaklığının önemli bir ürünüdür Geleceğe Dönüş serisi.
Bir de Wes Craven “usta”nın Elm Sokağı Kâbusu serisi vardır ki evlere şenlik! İlk ikisi, dönemlerine göre iyinin de ötesi olmasına karşın, daha sonraki bölümleri “tavşanın suyunun suyu” mantığında, değişik yönetmenlerce çekildiğinden, beklenen başarıdan uzak kalmıştır. Her bölümün sonunda zaten ölü olmasına rağmen yeniden ölen, ancak bir sonraki filmde Anka Kuşu gibi küllerinden yeniden doğan kirli çizgili kazaklı, bıçak-eldivenli Freddy Krueger, korkutmaktan çok güldürmüştür seyirciyi.
Sanatsal içerik taşıyan trilogyler de yok değil sinema tarihinde. Örnek; Fransız yönetmen Kristoff Kieslowski’nin, Fransa bayrağındaki renkleri temsil eden Üç Renk film serisi. Kırmızı, Beyaz ve Mavi altbaşlıklı bu filmler, Juliette Binoche hariç tanınmamış oyuncularla, biraz da milliyetçi çizgide çekilmesine rağmen, entelektüel çevrelerde yoğun saygı görmüştür.
Benim favorim ise aksiyon patlaması olan Die Hard (Zor Ölüm) üçlemesidir. Şu günlerde dördüncüsü sinemalrda gösterimde olan ve Bruce Willis’in Mavi Ay adlı TV dizisinden daha çok popüler kılan serinin 1988 yapımı birinci ve 1995 yapımı üçüncü bölümlerini aksiyon sinemasının başarılı yönetmenlerinden John Mc Tiernan, 1990 yyılı yapımı ikincisini ise Renny Harlin çekmiştir. Len Weisman’ın çektiği serinin dördüncü filmi ise 4.0 numarasıyla lanse edildiğinden kimilerince bir bilgisayar programının yeni versiyonu sanılmıştır! Fakat Willis’in canlandırdığı ana karakter John McClane, kendisi ile özdeşleşen kirli fanilası ile beyazperdede boy göstermesi ile durum anlaşılır. Yeri gelmişken Willis’i Mavi Ay’dan itibaren seslendiren, dublaj sanatçısı Alev Sezer’in beklenmedik vefatı ile Bruce Willis’in de sanki bir parçasını kaybetmiş gibi olması, Türk sinema izleyicisi için büyük hayal kırıklığı sebebidir.
Bu haftalık bu kadar. Son olarak, önümüzdeki haftalarda Academy Ödülü’nü (Oscar) hak etmesine rağmen alamamış filmlerden bahsedeceğimizi bildirmek istiyor, hepinize mutlu ve sağlıklı günler diliyorum.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...