11 Şubat 2009 Çarşamba

014.22.01.2009.Rock-besk

Rock-besk

Siz değerli okurlarıma en samimi duygularımla merhaba diyerek başlamak istiyorum söze. Bir süredir çeşitli ve fakat tamamen benden kaynaklanan ufak sorunlar neticesinde, tam randımanlı olarak sizlere ulaşamadığım için üzgün olduğumu da belirtmek isterim. Bu işin profesyoneli olmadığımız için, zaman zaman yazılar için vakit ayıramamaktayız. Aslında sorunun kaynağı yalnızca vakit darlığı değil; işlerden arta kalan fazladan vaktimiz olsa bile maalesef birinci önceliğimiz yayına yazı yetiştirmek olamıyor. Kafamda okuyucularıma aktarmak istediğim birçok konu olmasına rağmen, aslında söylemek isteyip de söyleyemediğim o denli çok şey var ki… Ancak, aile, dostlar, iş çevresi ve daha birçok olgunun varlığı, söyleyeceklerini biraz yumuşatmak, zaman zaman “budamak” zorunda bırakıyor insanı. Bunu “sansür” olarak kabul etmemek lazım; zira kimsenin bizi “şunu yazma, şuraya yaklaşma” diye zorladığı, sınırlara sokmak istediği yok çok şükür. Bu benim seçimim tamamıyla.
Sabahları, aynı zamanda komşum da olan, iş arkadaşım İsa’nın otomobili ile gidiyoruz iş yerimize. Genelde afyonu patlamadığı halde alışılmasık ölçüde ve biraz da rahatsız edici kıvamda dinamik olmaya çalışan sabah kuşağı sunucularının gevrek sesleri eşliğinde, radyo dinleyerek sürüyor kısa yolculuğumuz. Geçtiğimiz sabahlardan birinde, TRT FM’di galiba, bir şarkıya rastladım. Ogün Sanlısoy’un sesinden bir Ferdi Tayfur bestesi olan “Ben de Özledim” adlı şarkıydı bu…

Ben de özledim ben de
Resmin var şu an elimde
Sana koşmak isterim
Derman yok dizlerimde

şeklinde bir nakarata sahip olan bu parçayı anımsarsınız belki… Hatta Ferdi Tayfur’un “uzun metrajlı klip” kıvamında bir filmi de vardır aynı adı taşıyan; başrolü Banu Balkon, pardon Alkan ile paylaştığı! Her neyse, gayet normal gelebilir bu şarkıyı radyodan dinlemek sizlere. Fakat eski bir Metalci (hadi biraz yumuşatalım; Rockçı) olan ben, arabesk’in en baba dört isminden biri olan Ferdi Tayfur’a ait olan bu şarkıyı, Türkiye’nin ilk ve onlarca eleman değişimine rağmen bence en iyi Rock / Metal müzik grubu Pentagram’ın eski solisti Ogün Sanlısoy’dan dinlemeyi yadırgadım açıkçası. Gerçi Arabesk’in diğer babası Müslüm Gürses ile rock müziğin popüler isimlerinden Teoman’ın düetlerine alışkın olan biri için pek yadırganmaması gereken bir durumdu bu ya, neyse… Ogün’ü dinlerken aklıma takılan bir soru vardı: Yıllar yılı sempatizanlarının birbiri ile adeta kanlı bıçaklı olduğu bu iki müzik türünün icracıları, nasıl olmuştu da bir araya gelip kitlelere seslenebilir hale gelmişti? Yanıt, akkor flamanlı (tasarruflu ampuller hayatımıza bu denli bodoslama girmeden önce evlerimizde kullanageldiğimiz standart sarı ampullerden bahsediyorum:) bir ampul gibi çaktı birden bire: Rock ve Arabesk’in temelinde aynı ezilmişlik ve dışlanmışlık duygusu hâkimdi! Arabesk müzikle bu duygunun dışa vurumu, acılı sözler, bol bol düm tek (Eurovision şarkımız gibi oldu, Hadise’ye selam!!!) ve ezik sesli bir zurnadan oluşan “üzgünç” bir karışımken, Rock müzikte ise daha sert ve daha protest tarzda sözler, yırtınan vokaller, sert elektrogitar ve davul ataklarıydı bu dışavurumun tezahürü. Birbirine paralel kitlelerin temsilcisi idi bu iki müzik türü… Sevdiği kızı başlık parası yüzünden zengin bir ağa çocuğuna kaptırmış, büyük şehre göç edip inşaat işçisi olarak çalışan ve eski bir soğuk demirci olan İbrahim Tatlı gibi günün birinde “Tatlıses” olup köyüne geri dönerek geride kalanlardan hıncını almayı arzu eden kitleler, daha ziyade arabesk dinleyerek rahatlıyordu. Küpe takıp saç uzattığı, yırtık pırtık blucinler giyip Metallica dinlediği için, kedi düşmanı satanist muamelesi gören Rockçı / Metalci tayfası ise takdir erdesiniz ki daha sert bir şekilde kendini toplumsal hayattan soyutluyordu. Acaba sınıfsal farklılıklar mı ortadan kalkıyor, yoksa şahit olduğumuz bu durum medyatik şaklabanlıklardan mı ibaret? Aslına bakılırsa her ikisi de doğru yanıt… Sadece Rock ve Arabesk arasında değil, başka türler arasında da bu tarz girişimler yok değil. Türkiye’nin Pavarotti’si olarak lanse edilen tenor Hakan Aysev’in çıkardığı albümü dinlerseniz daha somut olarak anlaşılacaktır ifade etmeye çalıştığım şeyler. Popüler Kültür denilen şey bu olsa gerek…
Son olarak geçtiğimiz günlerde Bakanlar Kurulu kararı ile tekrardan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığına geri alınan büyük şair Nazım Hikmet’le ilgili bir salaklığı paylaşarak bu haftanın yazısını bitirmek istiyorum:
İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda Nazım Hikmet’in bir tiyatro oyunu sergilenecek yakın zamanda. Bu durum afişler yoluyla halka duyruluyor. Ancak öyle bir afiş yaptırılmış ve billboardlara asılmış ki, görenleri “acaba yanlış mı anladık?” diyerek bir daha bakmaya itiyor. Nazım Hikmet’in sergilenen tiyatro oyununun adı “İnek”. Ancak oyunun adı afişte Nazım Hikmet’in adından önce ve aynı puntoda yazılınca ortaya “İnek Nazım Hikmet” gibi bir ifade çıkıyor ki, gerçekten “inekçe” bir durum. Bu afişli tasarlayan “ineğe” bir hatırlatma yapmak isterim: Genelde eser sahibinin adı eserden önce ve farklı puntolarla yazılır. Böylece senin yaptığın gibi “ineklik”lerin önüne geçilmiş olur.
Hepinize sevgi ve saygılar sunuyor, iki ayaklı ineklerden uzak sağlıklı günler diliyorum.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...