11 Şubat 2009 Çarşamba

007.25/02/2008 Sinopsis (Bolu Gazetesi)

Hepinize kucak dolusu sevgiler değerli okuyucularım. Siz bu satırları okurken bu yılın Oscar Ödülleri sahiplerini bulmuş olacak. 24 Şubat'ı 25 Şubat'a bağlayan gece, Türkiye saati ile sabaha karşı 03:00'te başlayan tören, sabahın ilk ışıklarına değin devam etmiş, neredeyse tüm ödüller yeni sahipleriyle buluşmuş olacak. Bunun kritiğini önümüzdeki hafta yaparız. Merak ediyorum, acaba tahminlerimden hangileri tutacak, hangileri beni ters köşeye yatıracak?
Aniden konuya dalış yapmak gibi olacak ama, küresel ısınma son zamanlarda, özellikle de geçtiğimiz yaz aylarından bu yana güncel konuşmalarımızın büyük kısmında ana konu başlıklarından biri haline dönüştü. Deprem ertesinde çoğumuzun artçı sarsıntı, Richter, magnitüd vb. jeoloji terimlerine hâkim olma çabaları, depremin yaralarının, çalışmalar istenen düzeyde olmamasına rağmen, sarılması ile biraz geri plana düşse de, bugünlerde birçok ortamda küresel ısınmanın ve kuraklığın ülkemiz ve mikro anlamda şehrimiz üzerindeki etkileri konuşulur oldu. Kronik hastalığımız da burada bir kez daha depreşti maalesef. Çuvaldızı kendimize batırmak gerekirse eğer, teoride iyiyiz ancak iş uygulamaya geldiğinde sınıfta kalıyoruz. “Bir tek benim göstereceğim çaba ile olur mu?” düşüncesi üzgünüm ki işleri daha vahim boyutlara taşımaktan başka işe yaramıyor. Ömrümüz yeter de yaz aylarına ulaşırsak yine mahalle aralarında şarıl şarıl sularla halı yıkayan ablalarımıza rastlayacağız! Yine saatler süren otomobil temizlik tekniklerini izleme olanağımız olacak! Şaka bir yana sadece bu gündelik örneklerdeki insanların değil, hepimizin gücü yettiğince göstereceği minik çabalar birikerek, dünyamızın kıt kaynaklarını daha az tüketerek bir sonraki jenerasyona taşıma şansımızı artıracak. Elbette bireysel düzeyde gösterilecek gayretler, kurumsal çalışmalar ile desteklendiği ölçüde bireyler motive olacak, başarı oranı artacak. Stratejik ortağımız(!) ABD'nin imzalamaya bir türlü yanaşmadığı Kyoto Protokolü'ne, onlara inat imza koymak, söz konusu kurumsal çalışmaların başında geliyor kanaatimce. Atmosfere salınan karbondioksit oranını düşürmeyi taahhüt eden ülkelerin, Japonya'nın Kyoto kentinde imzaladıkları bu sözleşme ile dünyamız, azaltılmada başarılı olunan ozon deliği probleminden sonra ortaya çıkan atmosferin ısınması sorununda azıcık merhem bulmuş olacak. Zira ozon deliğinin daha da büyümesini engellemek üzere; her gün kullandığımız parfümlerdeki itici gazlar başta olmak üzere buzdolabı ve klimalarda kullanılan özel gazlar, ozona çok daha az zarar veren başka gazlar ile değiştirilmiş, milyarlarca dolar tutan harcamalar ozonun deliğini küçültürken maalesef atmosferi ısıtarak kuraklık belasını başımıza musallat etmişti. Tam bu noktada karamsar senaryosu ile günümüzün iklimsel değişimlerine en yakın teoriyi beyaz perdeye taşıyan Roland Emmerich imzalı The Day After Tomorrow (imdb puanı:6,3. Değerinden daha az puan verilmiş bir film daha! Sanırım imdb'nin puanlamalarını artık referans kabul etmemeyi düşünme zamanım geldi!) adlı filmi bir kez daha anımsatmak isterim. Filmde basitçe iklim değişimlerinin dünyamızı kuraklığa değil, yeni bir buzul çağına götüreceği savı işlenmekteydi. Fazlaca Grenpeace (Yeşil Barış) tarzı bir yazı olduğunun farkındayım. Biraz serbest nazım denemeyi düşünmüştüm de, bu denli derinlere inebileceğim aklıma gelmemişti!
Geçen hafta Hitman adlı filmden bahsederken, dizilerde görmeye aşina olduğumuz aktör ve aktrislerin, sinemada neden üst düzey filmlerde, üst düzey performanslar sergileyemediği sorusu kafamı kurcalamıştı. Ana fikri dağıtmamak için bu haftaya ertelediğim konuyu biraz deşmek isterim. Madem Hitman dedik, “en yakın örnekten başlamak iyidir” deyip Henry Ian Cusick (Lost – Desmond) ve Robert Knepper (Prison Break – T-Bag) ile başlamak isterim. Her iki oyuncu da dizilerinde son derece sağlam performanslar sergilemelerine rağmen, senaryonun zayıf olması, oynadıkları filmin, örneğin bir Yüzüklerin Efendisi ayarında olmaması nedeni ile filmde geri planda kalmış, adeta yönetmen tarafından pestil gibi ezilmişler. Yakın zamanlı bir başka örnekte, Whisper (imdb puanı: ) adlı filmde oynayan Josh Holloway (Lost – Sawyer) (ki kendisi geçtiğimiz günlerde Dünyanın En Seksi erkeği seçilmiş bir insandır!) ve Sarah Wayne Callies (Prison Break - Sara Tancredi) son derece vasat portreler çizdiler. Yine başarılı gençlik dizilerinden Beverly Hills 90210'da boy gösteren Luke Perry'yi de başarısız birkaç sinema deneyiminde izledik. İnsanın aklına doğal olarak “menajerlerinden kazık mı yediler?” ya da “dizilerinden yeterince yüklü maaş alamıyorlar mıydı?” gibi absürd sorular geliyor. Dizideki oyuculuklarını fazla büyütmediğime eminim, zira dizilerin başarılı ve çok izlenen diziler olmasında bahsettiğimiz oyuncuların büyük oranda payları olması bu savı çürütüyor. Elbette bu yöndeki örnekleri çoğaltmak mümkün... Aksi yönde verilebilecek örnekler ise size fazla ekstrem gelebilir. Örneğin ER (Emergency Room) adlı hastane temelli dizinin ilk sezonlarında George Clooney'in oynadığını söylesem, 21 Jump Street adlı polisiye dizide tıfıl haliyle boy gösteren günümüzün Kaptan Jack Sparrow'u Johnny Depp'i anımsatsam sanırım şaşırırdınız. Bu oyuncular zaten çok yetenekli, sinemada da TV'de olduğu kadar başarılı olmaları doğal diyorsanız, saydığım diğer örneklerin başarısız olup olmadığı sorgulamaya açık hale gelir. Her neyse. Bu yöndeki görüşleri, izleyicinin kendisine bırakmak daha iyi olur sanırım.
Bu hafta da logare oldum iyice. Biri beni durdursun! Şaka bir yana haftaya Pazartesi görüşmek üzere. Bu arada logare, çene ishali demek!!!

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...