11 Şubat 2009 Çarşamba

023.23/06/2008 Sinopsis (Bolu Gazetesi)

Merhaba. İsviçre ve Avusturya’nın ortaklaşa düzenlediği 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası tüm heyecanıyla sürerken, Ulusal Futbol Takımımızın yarı finale yükselmesi ile ilgili haberlerin gölgesinde kalan bazı “satır arası”” mevzulara şöyle bir dokunmak istedim bu hafta. Turnuva sona erdiğinde genişçe bir değerlendirme yapmak niyetindeyim.
Mutlaka bir yerlerden duymuşluğunuz vardır; ABD’de herhangi bir vatandaş nöbetçi eczane ararken ya da banka hesabı ile ilgili bilgi edinmek isterken aradığı “call center”ların (çağrı merkezleri) aslında ABD’de değildir. Eski İngiliz sömürgesi olduğundan aksansız İngilizce konuşabilen, genç bir nüfusa sahip Hindistan’dan bahsediyorum. Günümüzde hem bahsettiğim bu dil kolaylığı hem de ucuz işgücü nedeni ile çokuluslu iktisadi kuruluşlar, firmalar ve daha nicesi, çağrı merkezleri için Hindistan’ı tercih ediyor. Hatta Hindistan binlerce insana bu sektörün sağladığı istihdam avantajı ile çağrı merkezi sektörü diye bir alan oluşturmuş ve bu işten muazzam para kazanır durumda. Düşünsenize, New York’ta yaşayan bir zengine banka hesabıyla ilgili tüm verileri Hindistan’da doğup büyümüş bir genç aktarıyor. Öyle ki sadece bir çağrı merkezi şirketinin 45 binden fazla çalışanı olduğunu söylersem, Hindistan’daki bu sektörün boyutunu az da olsa tahayyül etme şansınız olabilir. Kısacası dünya devleri artık Hindistan’dan yardımcı oluyor müşterilerine. Bu makro trendin ülkemizdeki mikro boyutunda da aynı yönü, “doğu”yu görüyoruz. Erzurum ve Erzincan ülkemizin çağrı merkezi üssü haline dönüşüyor. Ülkemizde çağrı merkezi sektörü, geçtiğimiz yıl yaklaşık yüzde 25’lik bir büyüme ile 20 binin üzerinde insanın istihdam edildiği önemli bir alan haline dönüşmeye başladı. Aslan payını bankaların oluşturduğu çağrı merkezleri ile ilgili olarak geçtiğimiz günlerde ulusal gazetelerden birinde minicik bir habere rast geldim. Bir GSM operatörünün müşteri hizmetlerine ait çağrı merkezinde çalışan bir operatör bayan, o sırada hatta olan ve yalnız yaşayan müşterinin kalp krizi geçirdiğini fark ediyor. Müşteriye kuvvetli şekilde öksürmesini söyleyen operatör kızcağız, bir yandan müşterinin adres bilgilerinden müşterisine ambulans yönlendirirken diğer yandan kalp krizi geçiren adamın komşularına ulaşarak ilk yardım yapmalarını sağlıyor. Böylece müşterinin hayatı kurtuluyor. İlginç değil mi? Bu tarz bir durum acaba dünyanın neresinde olabilir ki? Hadi bir soru daha: Sizce Hindistan’da konuşlanan bir çağrı merkezinin çalışanı acaba bu türden duygusal ama cesurca ve akıllı müdahaleyi yapabilir mi? Yorum sizlerin…
Birçoğumuz zaman zaman uyku düzenimizdeki bozukluklardan muzdarip olmuşuzdur. Kafeinli içeceklerin gereğinden fazla tüketimi ve stres bozuklukları gibi nedenlerle uykusu kaçar insanın. Ama bünye makul bir sürenin sonunda kendini adeta “kapatır” . Rekorum 48 saatlik kesintisiz uykusuzluk… Lisedeydim ve iki günlük bir gezideydik. Tüm gezi boyunca şekerleme bile yapmamıştım ve gezi dönüşü evde kulağımda bangır bangır çalan Guns ‘n Roses nağmeleri ile mutlu mes’ut bir uykuya yelken açmıştım. Bir ara NTV televizyonunda yayımlanan dış kaynaklı bir belgeselde uyku ile ilgili bir deneyin yapıldığına şahit olmuştum. Gönüllü denekler, uykusuz ve yoğun aktiviteyle geçen 96 saatin ertesinde bulundukları yeri, orada bulunma sebeplerini ve hatta isimlerini bile unutma aşamasına gelmişlerdi. Bir de Dünya Rekoru var bu konuda: Randy Gardner isimli 17 yaşındaki bir lise öğrencisi 1965 yılında, bir bilim fuarında 264 saat, yani yaklaşık 11 gün uyanık kalarak rekor kırmış. Ama benim asıl “üstüne basacağım” uykusuzluk bunlar değil. Insomnia denilen uyuyamama hastalığından bahsediyorum. Sinema ve edebiyat gibi iki önemli sanat dalında sıkça olmasa da değinilen uykusuzluk, ilginç sonuçlara varabilen, ciddi bir rahatsızlık aslında. Çünkü yalnızca uykudayken salgılanan hormonların salgılanamaması, uyku anında deyim yerindeyse “dinlenen” bazı iç organların dinlenmeden işlevlerini devam ettirmesi ve daha birçok durumdan ötürü başta beyin olmak üzere tüm vücut ciddi bir tehlike altına giriyor. 2004 yapımı The Machinist (Makinist) adlı filmi anımsayacaksınız. Ciddi bir uykusuzluk problemi olan Trevor Reznik (Christian Bale) için gerçek ile halüsinasyonlar birbirine karışıyordu. Zihinsel bu durumun yanı sıra Trevor, fazlaca kilo kaybı yaşıyordu. Hatta Christian Bale, rolü gerçekçi kılabilmek adına tamı tamına 38 (otuzsekiz) kilo vermiş, tanınmayacak hale gelmişti. Yine ünlü gerilim yazarı Stephen King’in Insomnia (Uykusuzluk) adlı romanında da uzunca zamandır uyku uyuyamayan yaşlı Ralph Roberts’le tanışırız. Burada durumun biraz daha ileri seviyesine geçen ihtiyar adam, insandan farklı yaratıklar görür ve onlarla temas eder. Elbette bu söylediklerim yazar ya da yönetmenin görüşlerini yansıttığı gibi, işin bir de bilimsel boyutu var. Elbette işin bu tarafını bilim adamlarına bırakmakta sonsuz fayda görüyorum.
Geçtiğimiz günlerde gösterime giren ve hayatımızın bir parçası haline gelen internetteki suçları konu alan Untraceable (Öldür.com) adlı filmden bahsetmek istiyorum son olarak. Bir kediyi internetteki killwithme.com adlı internet sitesinde yayımlayan bir cani, en başta fazlaca önemsenmez. Ancak FBI siber suç birimi sitenin karmaşık adres yapısından rahatsız olur ve siteyi izlemeye alır. İlerleyen günlerde kedinin yerini insanlar alır. Yerel polis ve FBI yerel bürosu ortaklaşa çalışarak kimliği belirsiz bu katilin yeni kurbanlar bulmasını engellemek istemektedir. Teknik imkânları sonuna kadar zorlayan katilin yolu Federal Ajan Jennifer Marsh’la (Diane Lane) kesiştiğinde kedi fare oyunu bir ölüm kalım savaşına dönüşür. Gregory Hoblit’in yönettiği filmde Diane Lane’ye Billy Burke,Colin Hanks ve Joseph Cross eşlik ediyor. Yönetmen Hoblit’i benim kişisel favorim olan Frequency (Frekans) adlı filmdeki yönetiminden anımsayanlar olabilir. Ses değiştirme yazılımları, casus oyuncakları vb. bir yığın teknolojik yazılım ve malzemenin kolaylıkla ve neredeyse “bedavadan az pahalı”ya temin edilebildiği bir dönemdeyiz. Gizlilik diye bir kavram var, ama maalesef bazıları bu kavramın yalnızca sözlükte kaldığını düşünüyor. Hele filmdeki gibi sapıkların elinde bu “oyuncaklar” silahtan beter hale dönüşüyor. Allah sonumuzu hayır etsin!
Haftaya yeniden buluşalım. Hepinizi sevgiyle kucaklıyorum sevgili dostlarım.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...