11 Şubat 2009 Çarşamba

008.20.11.2008.Daha İnsancıl “Süper Kahramanlar”.

Daha İnsancıl “Süper Kahramanlar”

Merhaba değerli okuyucularım. Geçen hafta elde olmayan nedenlerle birlikte olamadık. Tamamen benden kaynaklanan bu sorun için özür diliyorum. Bu aralar bir hayli aktif olan “yedinci sanat” sinemaya değinmek istiyorum müsaadenizle.
Aslında epey zamandır üzerinde düşündüğüm ve üzerinde konuşmak istediğim bir durum var: İnsan yönü ön plana çıkarılan süper kahramanlar… 2005 yapımı bir Christopher Nolan filmi olan Batman Başlıyor (Batman Begins) ile başlayan, serinin yine Chris Nolan imzası ile çekilen ikinci halkası olan ve geçtiğimiz aylarda izlediğimiz Kara Şövalye (The Dark Knight) ile ayyuka çıkan bu olguyu, Daniel Craig tarafından canlandırılan sinema tarihinin en ünlü ajanı James Bond’un son iki macerasında da gördük. Hatta doğrudan alakalı olmamakla beraber Will Smith’in Charlize Threron ile başrolü paylaştığı Hancock’ta da bu insancıllığı görmek mümkün. Aslına bakarsanız Batman’i diğer “süper kahraman”lardan daha ayrı bir yere koymak lazım gelir. Zira tüm süper kahramanlar arasında “en insan” olanı Bruce Wayne/Batman’dir bence. Gücünü herhangi bir dünya dışı, ya da akıldışı yetenekten değil, sadece “zenginliğinden” alır. Ancak Yarasa Adam’ın son iki macerasında kahramanımız daha etten kemikten mamul, hata yapıyor, yaralanıyor, iyi mi kötü mü olduğunun ikilemine düşüyor. Serinin daha önceki filmlerinde janjanlı karakterler, akıl dışı etkinlikler izleyen Batman sempatizanlarına Batman’in bu hali daha güzel göründü. Elbette rol için seçilen Christian Bale’nin role kattığı yorum çok ama çok başarılı. Daha önce 2000 yılı yapımı Amerikan Sapığı (American Pscycho), 2002 yapımı İsyan (Equilibrium) adlı filmlerde boy gösteren Bale’nin oyunculuğundaki asıl zirve 2004 yılı yapımı Brad Anderson gerilimi Makinist (The Machinist) adlı filmdir. Zira filmdeki rolü için dile kolay, tam 38 kilo veren Bale, gerilimin çok yüksek dozda verildiği bu filmdeki rolü ile sinema izleyicisinin gönlünde yer edinmiş bir oyuncu.
007 yaftalı ajan James Bond’a gelince; o da serinin 1962 yılına rastlayan başlangıcından bu yana her daim dünyanın hâkimi olmak isteyen düşman tiplemeleri ile savaşıp, hep kazanan ve dünyayı kurtaran adam oldu. Tüm bunları yaparken de “Bond Kızları” adı verilen ve birbirinden güzel kadınlarla birlikte olmayı ihmal etmedi. Kendisi ile özdeşleşen içki Martini’si, adını verdiği şifreli çantası, havalı Aston Martin otomobili, Omega saati ve Teknisyen Q’nun akla ziyan teknolojik oyuncakları ile Bond, faka basmayan, alabildiğine çapkın bir (süper) kahraman portresi çizdi. Ta ki; daha önceleri Sean Connery, George Lazenby, Roger Moore, Timothy Dalton ve Pierce Brosnan’ın tarafından canlandırılan Bond rolü için yapımcılar tarafından Daniel Craig seçilene değin… 2006 yapımı Casino Royale’de bambaşka bir Bond profili sunuldu izleyiciye. Craig’in fizyonomisi tepki aldı önce: “Sarışın Bond mu olurmuş” diyenlerin hiç İngiliz görmediklerini düşündüren bu saçma söylemin ardından filme tepkiler gelmeye başladı. Sıkça faka basan, kararsız, kadınlara cinsel obje gözüyle bakmayan, hatta onlara âşık olabilen ve aşık olduğu kadının ihanetine uğrayan daha düşük profilli bir Bond, kimseleri memnun edemedi. Tam bu tepkiler durulmuşken Craig tarafından canlandırılan Bond bir kez daha yüzünü beyaz perdeden gösterdi Quantum Of Solace ile… Tepkiler de kaldığı yerden devam etti elbette… Yine sıkça kavga eden, dayak yiyen, yara bere içinde kalan, çapkınlıktan uzak, Aston Martin yerine Ford kullanan, Martini yerine diyet kola içen Bond, herkes tarafından yerden yere vurulmayı sürdürüyor.
Peki, acaba yapımcılar neden böyle bir yolu tercih ettiler? Aslında gerçek yaşamda oluşması pek de muhtemel olmayan şeyler yapabilen tipler neden daha insani hale getirildi? Sinema zaten mantıkdışı olayların cereyan edebildiği serbest bir dünya değil mi? Aha gerçek kahramanlar izleyiciyi sıkamayacak mı? Bunlar gibi bir yığın soru daha sorulabilir. Kişisel kanaatim yapımcıların tuttuğu bu yeni yolun doğru olduğu yönünde. Teknolojinin nimetlerinin sonuna kadar kullanarak çekilen dijitalize kahramanlar yerine, ete kemiğe büründürülmüş, daha insani karakterler, beni iki saat boyunca salakça perdeye bakmak yerine üzerlerinde düşünmeye itiyor. Ve emin olun önümüzdeki günlerde sinemadaki alışılageldik “sığ” bakış açısı ve yorum bu yöne doğru kayacak.
Bu haftalık bu kadar... Hepinize sevgilerimi sunuyorum…

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...