11 Şubat 2009 Çarşamba

007.03/08/2007 Sinopsis

Merhabalar!.. Bu hafta da sinopsis’i birkaç filmin kısa tanıtımına ayırdım. Vakit kaybetmeden başlamak istiyorum.
DEATHPROOF (ÖLÜM GEÇİRMEZ) (imdb puanı: 8,1)
Quentin Tarantino’nun yapımcılığını üstlendiği ve nev’i şahsına münhasır üslubu ile Robert Rodriguez’e çektirdiği, her zaman övünerek belirttiği; “B sınıfı filmler”den belki de en fazla etkilendiği filmi diyebileceğimiz Deathproof (Ölüm Geçirmez), gerçekten de ölüm geçirmeyen arabası ile yollarda gezen ve cinayetler işleyen eski bir dublörün çevresinde dolaşan bir film. Tarantino’nun diğer klasikleri olan Pulp Fiction (Ucuz Roman), Jackie Brown ve elbette Kill Bill gibi “kült film” kategorisine terfi edebilir mi bilinmez, ancak saydığımız klasiklerden kat be kat zayıf olduğunu söylemeden edemeyeceğim. Ölüm Geçirmez’de katil dublör rolünde; Soldier (Asker), Escape from New York (New York’tan Kaçış), Tango and Cash (Tango ve Cash), Stargate (Yıldızlara Geçit) ve Breakdown (Tuzak) adlı filmlerden tanıdığımız Kurt Russell var. Bir rivayete göre Tarantino bu rol için, Mickey Rourke (Wild Orchid, 9½ Weeks) ve Sylvester Stallone (Rocky, Rambo, Judge Dredd)’den sonraki üçüncü tercihi olarak Kurt Russell’i seçmiş; iyi de etmiş. Zira Russell bu rol için, bu rol de Russell için adeta biçilmiş kaftan! Yıllardır dış görünüşünde zerre kadar değişme olmayan bu oyuncu hakkındaki kişisel kanaatim, birkaç kırışıklık dışında yaşlanmamanın bir yolunu bulduğu yönünde!.. Tarantino – Rodriguez ikilisinden, yine bu türe yakın bir başka filmin, Dehşet Gezegeni’nin (Planet Terror) pek yakında ilimizde de vizyona gireceğini de belirtelim.
FALL DOWN DEAD (DEHŞET GECESİ) (imdb puanı: 8,2)
Dehşet Gecesi, 90’lı yılların kült filmi Lolita’nın yeniyetme genç kızı Dominique Swain ile özellikle İtalya’da çok tanınan ve sevilen Türk oyuncu Mehmet Günsur’u buluşturan sıkı bir gerilim. İki genç oyuncuya usta aktör David Carradine ve hiçbir zaman şaşaalı tanıtımı yapılmayan, sade filmlerin aranan aktörü, geçtiğimiz günlerde Türkiye’ye de gelen bir diğer usta Udo Kier eşlik ediyor. Mehmet Günsur’u İl Bagno Turco (Hamam), O Şimdi Asker ve Anlat İstanbul adlı filmleriyle ve unutulmaz TV dizisi Beyaz Gelincik’teki sevimli ve cesur Mustafa Aslanbaş tiplemesiyle anımsayacaksınız. Filmin konusuna gelince: İşlediği cinayetleri sanatsal birer başyapıt olarak gören bir seri katilin, kurbanları ile yaşadığı ölümcül kedi – fare oyunu anlatılıyor filmde. Yıllar önce Serdar TURGUT’un bir yazısını okumuştum. İlginç bir köşe yazarı olan TURGUT yazısında, ülkemizdeki cinayetlerin çok basit sebeplerle işlendiğini ve nedense Türkiye’den kaliteli (!) bir seri katilin çıkmadığını belirterek, “Hep namus cinayeti işleniyor. Biri de çıkıp zevk için bu işi yapsa dişimi kıracağım!” mealindeki yazısı ile epeyce sinirlerimi bozmuştu. Geçenlerde bir grup gencin, aynen yazarın söylediği gibi “zevk için” birkaç kişiyi öldürmeleri ve ardından bu filmde izleyiciye sunulan seri katil portresi nedense bana Serdar TURGUT’u anımsattı. Sanırım yazar bu yazıyı kaleme alırken, çok sevdiğini her fırsatta vurguladığı Chateau Margaux şarabını fazla kaçırmıştı!.. Her neyse; Dehşet Gecesi kaliteli oyuncularla izlenebilir bir film, izlemenizi tavsiye ediyorum.
IBERIA (İberya) (imdb puanı: 7,6)
1860 – 1909 yılları arasında yaşamış İspanyol besteci Isaac Albeniz’den etkilenerek çekilmiş bu film, sinemada izlemeyi adeta unuttuğumuz bir tür olan müzikal tarzında. İspanyol sinemasının en başarılı ve en üretken yönetmenlerinden olan Carlos Saura’nın yönettiği filmde, İspanya’nın en tanınmış dansçıları olan Antonio Canales, Aída Gómez, Gerardo Nunez’i izlemek mümkün. Yönetmen Saura bu müzikalde Flâmenko, klasik dans, bale ve modern dansı, kişisel yeteneği ve yoğun bakış açısıyla aynı potada eritiyor adeta. Müzik ve dansın sıkı ritmine uymanın dışında O’nu sınırlandıran çok fazla şey olmadığından Saura gönlünce bir çalışma gerçekleştirmiş. Müzikalden hoşlanır mısınız bilmem; ancak Iberia Akdenizli coşkusunu sonuna kadar beyaz perdeye taşımayı beceriyor. İspanyol sinemasının en önemli avantajı, en büyük pazarlama alanı olan Latin ülkeleri ile aynı dili paylaşması aslında. Carlos Saura, Alejandro Amenabar (Tesis – Tez, The Others - Diğerleri) ve sıra dışı filmlerin yönetmeni Pedro Almodovar (Hable con Ella – Konuş Onunla, Tacones Lejanos – Yüksek Topuklar) gibi başarılı yönetmenlerin açtığı yolda ilerleyen ve özellikle son yıllarda uluslararası çeşitli platformlarda kabul gören ve 2002 Goya Ödülleri’nde “En İyi Yeni Yönetmen” ödülü alan Juan Carlos Fresnadillo (Intacto – Bahis, 28 Weeks Later – 28 Hafta Sonra) ve Enriue Urbizu (La Caja 507 – Kasa 507) gibi nispeten daha yeni yönetmenler, İspanyol sinemasını Avrupa ve Latin Amerika kaynaklı bir sinema olmaktan çıkarıp, dünyada kabul gören, saygın bir hale getirdiler. Son olarak Iberia’nın, “İspanya’nın Oscarları” olarak niteleyebileceğimiz Goya Ödülleri’nde üç dalda adaylık ve bir dalda da Büyük Ödül (En İyi Sinematografi) aldığını da belirtmek gerekiyor.
Benden bu hafta da bu kadar. Önümüzdeki hafta tekrar bu sayfada buluşmak dileği ile mutlu bir hafta sonu diliyorum.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...