Merhabalar. İki haftalık bir aranın ardından yeniden birlikteyiz. Bahanem, iş yoğunluğu… Gerçi sular kesikti, yazımı yazamadım da diyebilirdim ya, neyse!!!
Bu hafta sizlerle paylaşmak istediğim konulardan ilki, aksiyon sinemasına Hong Kong’un armağanı olan yönetmen John Woo.
John Woo 1946 yılında Çin’in Guangzhou eyaletinde doğdu. Dört yaşında ailesi ile birlikte o dönemde İngiliz hâkimiyeti altında olan Hong Kong’a göç etti. Parasızlık yüzünden 9 yaşına kadar okul yüzü görmedi. Hıristiyan bir ailenin desteği ile Lutheryen okuluna gitti. İngiltere tarafından Çin’e devredilmeden önce kapitalizmin Uzakdoğu’daki en ışıltılı ve en şaşaalı bu ülkesinde, son derece hareketli bir sinema olgusunun var olduğunu erken yaşlarda keşfeden aksiyon üstadı, Hong Kong filmlerinin en büyük klişesi ve bu sinemanın varlığının temel sebebi olan katıksız aksiyona dayalı filmlerle kendini gösterdi. 1986 yılında çektiği A Better Tomorrow, Hong Kong sinemasında bir mihenk taşı olarak kabul edilir. Ancak uluslararası arenada The Killer adlı filmi O’nu daha fazla tanınır kıldı. Yaptığı filmlerde kullandığı son derece dinamik kamera tekniği ve kariyerinin ileriki safhalarında alamet-i farikası haline dönüşecek olan patlama sahnelerini kotarmadaki üstün becerisi ile aksiyon türünde taze bir soluk arayan Hollywood’un ilgisini çekti. Özellikle Martin Scorsese ve Sam Raimi O’nun aksiyonu kullanmadaki becerisini, Alfred Hitchcock’un gerilimi kullanmadaki becerisi ile özdeş tuttu. 1993 yılında Hollywood’a geçiş yaptı. Aynı yıl Jean Claude van Damme’nin başrolde oynadığı Hard Target (Zor Hedef)’te kullandığı Gun Fu adlı ağır çekim tekniği, bugün bile birçok kalburüstü yönetmenin öykünerek kullandığı bir klişe haline dönüştü. Sağlam bir aksiyon olan ve karaborsaya atom bombası satan hain bir Amerikan subayı ile vatansever bir başka subay arasındaki mücadeleyi anlatan 1996 tarihli Broken Arrow (Kırık Ok) adlı filmde birlikte çalıştığı John Travolta ile birkaç kez çekmeyi reddettiği halde Paramount Stüdyoları’nın zorlaması ile çektiği 1997 tarihli Face / Off (Yüzyüze) adlı filmde de çalışan Woo, sadece ADB’de 100 milyon doların üstünde bir gişe başarısı yakalayarak Hollywood kariyerinde zirve yaptı. Özellikle Kırık Ok’ta çölün ortasındaki terkedilmiş bakır madeninde patlatılan atom bombası sahnesindeki farklı açılara yerleştirilmiş birden çok kamera ile ortaya koyduğu mükemmele yakın çekim tekniği ve slow motion (ağırlaştırılmış gösterim) kurgu takdire şayandır. Kariyerindeki bir diğer zirve noktası da, 2000 tarihli Mission Impossible II (Görevimiz Tehlike 2) Woo’nun. 1996 tarihli ve Brian De Palma imzalı ilk Görevimiz Tehlike’nin durağan temposuna yapılan bir naziredir serinin iki numaralı bu filmi. Film birbirinden akıcı ve neredeyse hiç hız kesmeyen dinamizm dolu sahnelerle ve John Woo’nun bir diğer alamet-i farikası olan slow motion görüntülerle süslüydü. Filmin gişe başarısı, hem yapımcı / başrol oyuncusu Tom Cruise’ye muazzam para kazandırmış, hem de seriye bir üçüncü halka eklemek için Cruise’ye cesaret vermiştir. Slow motion aksiyon ve dehşetengiz patlamalar gibi, çift tabancalı kahramanlar ve uçuşan beyaz güvercinler de ustanın filmlerine attığı imzalardan sayılıyor. 2002 yılı yapımı olan Windtalkers (Rüzgarla Konuşanlar) adlı filmde İkinci Dünya Savaşı’na değişik bir bakış atan Woo, aynı yıl Hostage (Rehine) adlı filmle izleyici karşısına çıktı. Hızlı otomobiller ve Clive Owen’in başrolde olduğu bu filmi 2003 yılında vizyona giren Paycheck (Hesaplaşma) izledi. Ben Affleck ve Uma Thurman’ın başrolde gözüktüğü bu filmde de yine ağır çekimler ön plandaydı. Geçtiğimiz yıl piyasaya çıkan ve yine bu büyük aksiyon üstadının yönettiği Strangehold adlı Playstation oyunu gençlerin yoğun ilgisi ile karşılaştı. Jonh Woo’nun müthiş aksiyon filmlerini özledinizse eğer, bu yıl içinde usta’nı kariyerine ekleyeceği yeni halka Red Cliff’in post prodüksiyon (kurgu) sürecinde olduğunu vurgulamak istiyorum. Son olarak yönetmenin Bilim – kurgu, Fantezi ve Korku Filmleri Akademisi’nce verilen Saturn Ödüllerinde Face / Off ile elde ettiği bir büyük ödülünün bulunduğunu da eklemeliyim.
Bu hafta üzerinde birkaç söz etmek istediğim diğer bir konu da 1980lerin sonunda, ABD’de kablolu yayında, ülkemizde ise Cine5 kanalında yayımlanan OZ adlı dizi. Yapımcılığını Tom Fontana’nın yaptığı OZ, hapishane temelli bir dizi olmasına rağmen, günümüzün ilgi çeken dizilerinden Prison Break’teki gibi hapisten kaçış ana teması yerine daha çok Amerikan Ceza Sistemi ve mahkûmların psikolojik durumları ile ilgilenen bir yapıya sahip. Bunu yaparken de bir hayli sert bir dil kullanılıyor. Tim McManus adlı idealist bir yöneticinin, Oswald Maksimum Güvenlikli Hapishanesi içinde mahkûmların biraz daha serbest “takılabileceği”, daha insani şartları olan Emerald City (EmCity) adlı bir bölüm oluşturması temelinde mahkûmların birbiriyle ve hapishane kadrosu ile ilişkileri irdeleniyor dizide. EmCity’deki mahkûmlar için tek şart hayatta kalmak ve ölmemek için öldürmekten ibarettir. Vali Devlin’in şahsında ceza sistemine müdahil olan siyasetçilerin “içeriye” etkisi de işlenen diğer bir konu. EmCity’de Kareem Said önderliğindeki Müslümanlar, Vern Schillinger’in liderliğini yaptığı Aryan Kardeşliği (Irkçılar), Sicilyalılar, Siyahlar, Hispanikler, Latinler, Homoseksüeller ve Diğerleri’nden oluşan gruplar, müebbetten başlayan ağırlıkta cezalarını çekerken aralarında da güç savaşları yaşanıyor. McManus ise tüm bu karmaşanın arasında, idealist bir düşünceyle kurduğu “kartondan ev”in adım adım çöküşünü izliyor. Edie Falco (Sopranos’tan tanıyoruz), Adewale Akinnouye Agbaje (Lost’un 2nci sezonunda Mr. Eko rolünde izlemiştik), Harold Perrineau (yine Lost dizisinden, Michael karakterini canlandıran aktör) gibi tanıdık oyuncuların OZ’da boy gösterdiğini belirtmeliyim. Yakın zamanda DVD setleri piyasaya çıkan OZ, Lost ve diğer kalburüstü dizilerin sezon finali yaparak kepenklerini önümüzdeki sezona kadar indirmeye başladığı şu dönemde iyi bir seyirlik olabilir. Ailecek izlenmesini tavsiye etmediğim OZ, toplam her biri ortalama bir saatlik toplam 56 bölümden oluşuyor.
Bu haftalık bu kadar... Önümüzdeki hafta tekrar görüşmek umudu ile hoşçakalın.
Bu hafta sizlerle paylaşmak istediğim konulardan ilki, aksiyon sinemasına Hong Kong’un armağanı olan yönetmen John Woo.
John Woo 1946 yılında Çin’in Guangzhou eyaletinde doğdu. Dört yaşında ailesi ile birlikte o dönemde İngiliz hâkimiyeti altında olan Hong Kong’a göç etti. Parasızlık yüzünden 9 yaşına kadar okul yüzü görmedi. Hıristiyan bir ailenin desteği ile Lutheryen okuluna gitti. İngiltere tarafından Çin’e devredilmeden önce kapitalizmin Uzakdoğu’daki en ışıltılı ve en şaşaalı bu ülkesinde, son derece hareketli bir sinema olgusunun var olduğunu erken yaşlarda keşfeden aksiyon üstadı, Hong Kong filmlerinin en büyük klişesi ve bu sinemanın varlığının temel sebebi olan katıksız aksiyona dayalı filmlerle kendini gösterdi. 1986 yılında çektiği A Better Tomorrow, Hong Kong sinemasında bir mihenk taşı olarak kabul edilir. Ancak uluslararası arenada The Killer adlı filmi O’nu daha fazla tanınır kıldı. Yaptığı filmlerde kullandığı son derece dinamik kamera tekniği ve kariyerinin ileriki safhalarında alamet-i farikası haline dönüşecek olan patlama sahnelerini kotarmadaki üstün becerisi ile aksiyon türünde taze bir soluk arayan Hollywood’un ilgisini çekti. Özellikle Martin Scorsese ve Sam Raimi O’nun aksiyonu kullanmadaki becerisini, Alfred Hitchcock’un gerilimi kullanmadaki becerisi ile özdeş tuttu. 1993 yılında Hollywood’a geçiş yaptı. Aynı yıl Jean Claude van Damme’nin başrolde oynadığı Hard Target (Zor Hedef)’te kullandığı Gun Fu adlı ağır çekim tekniği, bugün bile birçok kalburüstü yönetmenin öykünerek kullandığı bir klişe haline dönüştü. Sağlam bir aksiyon olan ve karaborsaya atom bombası satan hain bir Amerikan subayı ile vatansever bir başka subay arasındaki mücadeleyi anlatan 1996 tarihli Broken Arrow (Kırık Ok) adlı filmde birlikte çalıştığı John Travolta ile birkaç kez çekmeyi reddettiği halde Paramount Stüdyoları’nın zorlaması ile çektiği 1997 tarihli Face / Off (Yüzyüze) adlı filmde de çalışan Woo, sadece ADB’de 100 milyon doların üstünde bir gişe başarısı yakalayarak Hollywood kariyerinde zirve yaptı. Özellikle Kırık Ok’ta çölün ortasındaki terkedilmiş bakır madeninde patlatılan atom bombası sahnesindeki farklı açılara yerleştirilmiş birden çok kamera ile ortaya koyduğu mükemmele yakın çekim tekniği ve slow motion (ağırlaştırılmış gösterim) kurgu takdire şayandır. Kariyerindeki bir diğer zirve noktası da, 2000 tarihli Mission Impossible II (Görevimiz Tehlike 2) Woo’nun. 1996 tarihli ve Brian De Palma imzalı ilk Görevimiz Tehlike’nin durağan temposuna yapılan bir naziredir serinin iki numaralı bu filmi. Film birbirinden akıcı ve neredeyse hiç hız kesmeyen dinamizm dolu sahnelerle ve John Woo’nun bir diğer alamet-i farikası olan slow motion görüntülerle süslüydü. Filmin gişe başarısı, hem yapımcı / başrol oyuncusu Tom Cruise’ye muazzam para kazandırmış, hem de seriye bir üçüncü halka eklemek için Cruise’ye cesaret vermiştir. Slow motion aksiyon ve dehşetengiz patlamalar gibi, çift tabancalı kahramanlar ve uçuşan beyaz güvercinler de ustanın filmlerine attığı imzalardan sayılıyor. 2002 yılı yapımı olan Windtalkers (Rüzgarla Konuşanlar) adlı filmde İkinci Dünya Savaşı’na değişik bir bakış atan Woo, aynı yıl Hostage (Rehine) adlı filmle izleyici karşısına çıktı. Hızlı otomobiller ve Clive Owen’in başrolde olduğu bu filmi 2003 yılında vizyona giren Paycheck (Hesaplaşma) izledi. Ben Affleck ve Uma Thurman’ın başrolde gözüktüğü bu filmde de yine ağır çekimler ön plandaydı. Geçtiğimiz yıl piyasaya çıkan ve yine bu büyük aksiyon üstadının yönettiği Strangehold adlı Playstation oyunu gençlerin yoğun ilgisi ile karşılaştı. Jonh Woo’nun müthiş aksiyon filmlerini özledinizse eğer, bu yıl içinde usta’nı kariyerine ekleyeceği yeni halka Red Cliff’in post prodüksiyon (kurgu) sürecinde olduğunu vurgulamak istiyorum. Son olarak yönetmenin Bilim – kurgu, Fantezi ve Korku Filmleri Akademisi’nce verilen Saturn Ödüllerinde Face / Off ile elde ettiği bir büyük ödülünün bulunduğunu da eklemeliyim.
Bu hafta üzerinde birkaç söz etmek istediğim diğer bir konu da 1980lerin sonunda, ABD’de kablolu yayında, ülkemizde ise Cine5 kanalında yayımlanan OZ adlı dizi. Yapımcılığını Tom Fontana’nın yaptığı OZ, hapishane temelli bir dizi olmasına rağmen, günümüzün ilgi çeken dizilerinden Prison Break’teki gibi hapisten kaçış ana teması yerine daha çok Amerikan Ceza Sistemi ve mahkûmların psikolojik durumları ile ilgilenen bir yapıya sahip. Bunu yaparken de bir hayli sert bir dil kullanılıyor. Tim McManus adlı idealist bir yöneticinin, Oswald Maksimum Güvenlikli Hapishanesi içinde mahkûmların biraz daha serbest “takılabileceği”, daha insani şartları olan Emerald City (EmCity) adlı bir bölüm oluşturması temelinde mahkûmların birbiriyle ve hapishane kadrosu ile ilişkileri irdeleniyor dizide. EmCity’deki mahkûmlar için tek şart hayatta kalmak ve ölmemek için öldürmekten ibarettir. Vali Devlin’in şahsında ceza sistemine müdahil olan siyasetçilerin “içeriye” etkisi de işlenen diğer bir konu. EmCity’de Kareem Said önderliğindeki Müslümanlar, Vern Schillinger’in liderliğini yaptığı Aryan Kardeşliği (Irkçılar), Sicilyalılar, Siyahlar, Hispanikler, Latinler, Homoseksüeller ve Diğerleri’nden oluşan gruplar, müebbetten başlayan ağırlıkta cezalarını çekerken aralarında da güç savaşları yaşanıyor. McManus ise tüm bu karmaşanın arasında, idealist bir düşünceyle kurduğu “kartondan ev”in adım adım çöküşünü izliyor. Edie Falco (Sopranos’tan tanıyoruz), Adewale Akinnouye Agbaje (Lost’un 2nci sezonunda Mr. Eko rolünde izlemiştik), Harold Perrineau (yine Lost dizisinden, Michael karakterini canlandıran aktör) gibi tanıdık oyuncuların OZ’da boy gösterdiğini belirtmeliyim. Yakın zamanda DVD setleri piyasaya çıkan OZ, Lost ve diğer kalburüstü dizilerin sezon finali yaparak kepenklerini önümüzdeki sezona kadar indirmeye başladığı şu dönemde iyi bir seyirlik olabilir. Ailecek izlenmesini tavsiye etmediğim OZ, toplam her biri ortalama bir saatlik toplam 56 bölümden oluşuyor.
Bu haftalık bu kadar... Önümüzdeki hafta tekrar görüşmek umudu ile hoşçakalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder