11 Şubat 2009 Çarşamba

006.18/02/2008 Sinopsis (Bolu Gazetesi)

Merhabalar… Yoğun ve yorucu geçen bir haftanın ardından sağlam bir hafa sonu ve ardından yeniden tempolu bir haftaya başlangıç. Kısa bir süre boyunca ekranımda yanıp sönen imleci seyrettikten sonra yazmaya başlamak zormuş, bunu öğrendim. Genelde ne yazacağıma karar verip, yazının taslağını kafamda oluşturmadan klavyenin başına geçmezdim de, bu kez bir farklılık yapayım dedim. Bu da bir nevi “deneme” olsun.
Size de olur mu bilemem ama zaman zaman çok yoğun bir içgüdü beni birşeyler yapmaya zorlar. Hayatın normal seyri içinde neredeyse hiç yapmadığım şeylerdir bunlar. Bu aralar sıklıkla hissettiğim zorlayıcı güdü, film çekme arzusu! Sanki bugün başlasam senaryosunu yazıp, kasting işlerini halledip, mekan bakıp, çekimleri ve kurgusunu tamamladıktan sonra sağlam bir gala ile tanıtımını yapabilecekmişim gibi geliyor. Bu alanda hiçbir teknik bilgi birikimine sahip olmadığım halde hem de... Cahil cesareti bu olsa gerek. Aslında hayal etmek zihnin devamlı hareket halinde olması demek ve uzmanlarca bu durum tavsiye ediliyor. Her gün işe giderken kullandığınız yolu değiştirmek bile beyninizdeki hücrelerin devingenliğini artırarak yenilenme sağlıyor, böylece erken bunama gibi rahatsızlıkların uzak tutulmasını sağlıyor. Şimdi birşeye dikkat ettim: İki haftadır yazılarımın ilk satırları nedense sağlıkla ilgili... Bu durum kalıcı olmaz umarım. Zira yaşın ilerlemesi ile ilgili bir durum olma ihtimali var bu halimin.
Geçtiğimiz hafta içerisinde bir bilgisayar oyunundan aynı adla sinemaya aktarılan Hitman adlı filmi izleme olanağı yakaladım. Hitman (imdb puanı:6.4) Xavier Gens'in beşinci kez yönetmenliği denediği bir film. Aslında bilgisayar oyunlarından sinemaya aktarılan filmler arasında, aslına en çok sadık kalınan öykünün Hitman'in öyküsü olduğunu söylemeliyim. Ustura ile kazınmış kafasının arkasındaki barkoddan başka hiçbir kimliği, Ajan 47'den başka bir ismi olmayan ve Organization adlı örgütün kirli işlerini yapan bir suikastçinin hikayesi anlatılıyor filmde. Başrolde, en son Live Free or Die Hard (imdb puanı: 7.7) adlı filmde dijital terörist Thomas Gabriel rolünde izlediğimiz Timothy Olyphant var. yan rollerde ise Lost ve Prison Break adlı dizilerin müdavimlerine hayli tanıdık gelecek isimleri görüyoruz. Lost'taki Desmond Hume karakterini canlandıran Henry Ian Cusick'i, filmde Rusya Başkanı'nın pis işlerle uğraşan kardeşi Udre Belicoff rolünde izliyoruz. Prison Break'te azılı katil ve tecavüz hükümlüsü Theodor “T-Bag” Bagwell rolünde izlediğimiz Robert Knepper ise Rus İstihbarat şefi Yuri Marklov rolüyle karşımıza çıkıyor. Neredeyse tüm Amerikan yapımı filmlerde karşımıza çıkan “seksüel obje olarak gösterilen birkaç kadın hariç kadın-erkek tüm Ruslar kötüdür” imajı bu filmde biraz daha izleyicinin gözüne sokulur durumda. Aslına bakarsanız Hollywood'a göre birkaç istisna haricinde Amerikalıların hepsi iyi, diğer tüm uluslar cahil, gelişmemiş pisliklerdir. İngilizler ise soğuk ve katı olmalarına karşın nedense hep dürüst, Amerikalılar kadar olmasa da akıllı ve son derece karizmatik insanlardır! Geçtiğimiz haftalarda gösterime giren I am Legend (imdb puanı:7.2 ) adlı filmde bir Türk Hava Yolları uçağının pistten çıkarak kaza yaptığı üstüne basa basa vurgulanıyordu. Bu durum THY'yi kızdırmış olacak ki filmin yapımcı şirketini dava etti ulusal havayolu şirketimiz. Kazandığında ne değişir bilinmez. Ancak Geceyarısı Ekspresi adlı salak bir filmle zirve yapan “Türkler de çok kötüdür” tezi ve dayatması, sadece bu rezil filmle kalsa iyi. 24 adlı dizide Türkler El-Kaide bağlantılı teröristler olarak gösterilir, The West Wing adlı dizide ABD Başkanı Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı'nı telefonla arayıp, babasınca şiddet uygulanan bir Türk kızının kurtarılması için O'na fırça atar, House M.D. adlı dizide doktorlar aralarında sohbet ederken biri diğerine “Seni ben ispiyonlamadım, ayrıca Türk de değilim” der. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Bu yüzden THY'nin açtığı dava önemli, en azından kişisel ya da kurumsal birilerinin haklarını araması bağlamında...
Beş yıl önce Hollywood iki farklı tiplemeyi aynı filmde buluşturma furyası başlattı. Elm Sokağı'nın uslanmaz kâbusçusu Freddy Krueger ile 13. Cuma’nın seri katil Jason'ı, Freddy vs. Jason (imdb puanı:5.9) adlı filmde buluştururken, bundan esin alan yapımcılar iki dünya dışı varlığı aynı filmde buluşturmayı denediler. Sonuçlar memnun edici olmalı ki 2004 yılı yapımı AVP: Alien vs. Predator'un (imdb puanı:5.4) devamı niteliğindeki AVPR: Aliens vs. Predator-Requiem (imdb puanı:5.3) projesi kotarılark gösterime sokuldu. Colin ve Gregg Strausse kardeşlerin yönettiği film, ilkinin bıraktığı yerden devam ediyor. Predator gemisine sızan bir Alien karışıklığa ebep olur ve gemi ayrılmak üzere olduğu dünyaya düşer! Olaylar da böylede başlar. Kaliteli görsel efektleri ve yarattığı gerilim duygusu ile artık klişe haline gelmiş konusuna rağmen çok kötü bir film değil. İzlemenizi tavsiye ediyorum.
Bu haftalık bu kadar diyelim ve söze ara verelim. Haftaya Pazartesi tekrar birlikte olabilmek umuduyla hoşçakalın.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...