Herkese merhabalar!.. Dünyanın çeşitli yerlerinde basın özgürlüğü kavramının güç sahipleri tarafından yoğun biçimde sorgulanmasına seyirci kalınmamasının gerekliliğini vurgulayarak bu haftanın sinematografik değerlendirmesine başlamak istiyorum.
Bir süredir Kardelen Eurimages Sinemasında tadilat nedeni ile ara verilen gösterimlerin, 24 Ağustos’tan itibaren eskisi gibi devam edeceğini öğrendik. Doruk Sineması’nda ise bu süre zarfında Harry Potter serisinin en son filmi olan Zümrüdüanka Yoldaşlığı gösterimine devam edildi. Şehirde çağdaş anlamda sinema salonunun olmadığı günleri anımsadığımız ve acı acı gülümsediğimiz şu günlerde, sinemamıza bir an önce kavuşmak için gün saydığımızı da belirtmek isterim. Bu nedenledir ki bu hafta farklı bir şeyler yapalım ne dersiniz?
Sinemayı neden çok severiz diye düşünme fırsatı buldunuz mu bilemiyorum, ancak benim bu konuda acizane birkaç fikrim var.
Sanırım herkes izlediği filmlerde kendinden bir şeyler bulur. Başroldeki aktris ya da aktör gibi olmak, bazen onlar gibi duygular tatmak isterken, bazen de onlar kadar yoğun ve katıksız bir aksiyon yaşamayı umar. Aslında temelde bu normal bir durumdur; çünkü insanoğlu psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik ihtiyaçlarının sonucunda kendini ifade edebilmeyi ister. Ünlü davranış bilimi uzmanı Abdürrahim Maslow’un ortaya koyduğu “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” teorisine göre bu insanoğlu için ihtiyaçlar piramidinin zirvesidir. Öyle ya acaba hangimiz aşkı uğruna delice şeyler yapmayı göze alabilir ki? Baksanıza soruda bile “delice” şeyler diyerek yapılabilirliğini sorgulamıyor muyuz? 2001 yılı yapımı Serendipity (Tesadüf) adlı filmde olup bitenleri hatırlar mısınız? Hayatlarında yalnızca bir kez, “tesadüfen” karşılaşan Jonathan Trager (John Cusack) ve Sara Thomas (Kate Beckinsale), birbirlerine âşık olur, fakat kaderci biri olan Sara’nın ısrarı ile birbirlerine telefon numaralarını ilginç bir yolla verirler. Jonathan telefonunu 5 dolarlık bir banknotun arkasına yazarken, Sara okuduğu kitabın iç kapağına yazar numarasını ve kitabı ikinci el kitap satan herhangi bir dükkâna vereceğini söyleyerek Jonathan’ın verdiği 5 doları da bozdurur. Derken hayat her ikisini de farklı noktalara savurur. Jonathan, Halley Buchanan (Bridget Moynahan) adlı biri ile evlenme arifesindedir. Sara da Lars Hammond (John Corbett) adlı dünyaca ünlü saksofonistten evlilik teklifi almıştır. Derken her ikisi de, yıllar öncesinde kalan ilk ve tek karşılaşmalarını unutamadıklarındandır ki birbirlerini tekrar aramaya başlarlar. Tam umutsuzluğu düştükleri bir anda Halley Jonathan’a düğün öncesi hediyesi olarak O’nun yıllardır aradığı kitabı; Sara’nın telefon numarası olan kitabı verir. Bu sırada Sara da eve dönüş için bindiği uçakta, yıllar önce bozdurduğu 5 dolarlık banknota rast gelir! Jonathan’ın yazdıkları hala silinmemiştir. Derken ikili nihayet bir araya gelirler. Filmin en can alıcı sahnesi de zaten finalde Jonathan ve Sara’nın tekrar karşılaştıkları sahnedir. İnsanların aile baskısı ile istemedikleri insanlarla evlendirildiği, töreler uğruna insanların sinekler gibi öldürüldüğü bir ülkede aşk uğruna bu denli çılgınca şeyler yapılması ne derece mantıklıdır o da ayrı bir tartışma konusu elbette!..
Yine yakın zamanda izlediğimiz Live Free or Die Hard (Zor Ölüm 4.0) adlı filmin kahramanı, gözüpek polis John McClaine (Bruce Willis) karakterinde kendini bulan kaç kişi vardır acaba?! Kaçırılan uçaktan, yolculardan önce kaçan kaptan pilot ve yardımcısının, bırakın aksiyonu asli görevlerini bile yerine getirmekten kaçınan insanlar olması da ancak Muz Cumhuriyeti’nde görülebilecek bir durumdur. Bu arada dikkat çekmem gereken bir nokta da Zor Ölüm 4.0 adlı filmde değinilen dijital kaos atmosferi… Son yılların popüler lafı “e-devlet”in, çılgın bir bilgisayar korsanı ya da korsanlar grubu tarafından “hack” edildiğini düşünsenize. Yirmi yılı aşkın bir süredir Devlet’in üzerinde en çok çalıştığı, medenileşme adına en yoğun çabayı sarfettiği proje olan MERNİS’in, yani şu hepinizin sıklıkla karşılaştığı Vatandaşlık Numarası uygulamasının bilgisayar korsanları tarafından saldırıya uğradığını inanın düşünmek bile istemem. Şükür ki elektrik dağıtımından haberleşmeye, bankacılık sisteminden e-devlet uygulamalarına her şey tamamıyla internet üzerine yıkılmış değil ülkemizde. Yoksa halimiz nice olurdu!!! Maalesef ki günden güne bahsettiğim bu tür uygulamaların online yapılabilmesine olanak tanıyan teknoloji hepimizi esir alıyor. Allah korusun, Zor Ölüm 4.0’daki gibi bir dijital kaos gerçekleşirse bizi kurtarabilecek bir John McClaine’imiz de yok… Mu acaba?!? Var var; elbette Polat Alemdar!!!
Hepinize sağlık mutluluk ve esenlikler diliyorum. Önümüzdeki hafta film incelemelerine devam edeceğiz. O zamana değin hoşçakalın.
Bir süredir Kardelen Eurimages Sinemasında tadilat nedeni ile ara verilen gösterimlerin, 24 Ağustos’tan itibaren eskisi gibi devam edeceğini öğrendik. Doruk Sineması’nda ise bu süre zarfında Harry Potter serisinin en son filmi olan Zümrüdüanka Yoldaşlığı gösterimine devam edildi. Şehirde çağdaş anlamda sinema salonunun olmadığı günleri anımsadığımız ve acı acı gülümsediğimiz şu günlerde, sinemamıza bir an önce kavuşmak için gün saydığımızı da belirtmek isterim. Bu nedenledir ki bu hafta farklı bir şeyler yapalım ne dersiniz?
Sinemayı neden çok severiz diye düşünme fırsatı buldunuz mu bilemiyorum, ancak benim bu konuda acizane birkaç fikrim var.
Sanırım herkes izlediği filmlerde kendinden bir şeyler bulur. Başroldeki aktris ya da aktör gibi olmak, bazen onlar gibi duygular tatmak isterken, bazen de onlar kadar yoğun ve katıksız bir aksiyon yaşamayı umar. Aslında temelde bu normal bir durumdur; çünkü insanoğlu psikolojik, fizyolojik ve sosyolojik ihtiyaçlarının sonucunda kendini ifade edebilmeyi ister. Ünlü davranış bilimi uzmanı Abdürrahim Maslow’un ortaya koyduğu “İhtiyaçlar Hiyerarşisi” teorisine göre bu insanoğlu için ihtiyaçlar piramidinin zirvesidir. Öyle ya acaba hangimiz aşkı uğruna delice şeyler yapmayı göze alabilir ki? Baksanıza soruda bile “delice” şeyler diyerek yapılabilirliğini sorgulamıyor muyuz? 2001 yılı yapımı Serendipity (Tesadüf) adlı filmde olup bitenleri hatırlar mısınız? Hayatlarında yalnızca bir kez, “tesadüfen” karşılaşan Jonathan Trager (John Cusack) ve Sara Thomas (Kate Beckinsale), birbirlerine âşık olur, fakat kaderci biri olan Sara’nın ısrarı ile birbirlerine telefon numaralarını ilginç bir yolla verirler. Jonathan telefonunu 5 dolarlık bir banknotun arkasına yazarken, Sara okuduğu kitabın iç kapağına yazar numarasını ve kitabı ikinci el kitap satan herhangi bir dükkâna vereceğini söyleyerek Jonathan’ın verdiği 5 doları da bozdurur. Derken hayat her ikisini de farklı noktalara savurur. Jonathan, Halley Buchanan (Bridget Moynahan) adlı biri ile evlenme arifesindedir. Sara da Lars Hammond (John Corbett) adlı dünyaca ünlü saksofonistten evlilik teklifi almıştır. Derken her ikisi de, yıllar öncesinde kalan ilk ve tek karşılaşmalarını unutamadıklarındandır ki birbirlerini tekrar aramaya başlarlar. Tam umutsuzluğu düştükleri bir anda Halley Jonathan’a düğün öncesi hediyesi olarak O’nun yıllardır aradığı kitabı; Sara’nın telefon numarası olan kitabı verir. Bu sırada Sara da eve dönüş için bindiği uçakta, yıllar önce bozdurduğu 5 dolarlık banknota rast gelir! Jonathan’ın yazdıkları hala silinmemiştir. Derken ikili nihayet bir araya gelirler. Filmin en can alıcı sahnesi de zaten finalde Jonathan ve Sara’nın tekrar karşılaştıkları sahnedir. İnsanların aile baskısı ile istemedikleri insanlarla evlendirildiği, töreler uğruna insanların sinekler gibi öldürüldüğü bir ülkede aşk uğruna bu denli çılgınca şeyler yapılması ne derece mantıklıdır o da ayrı bir tartışma konusu elbette!..
Yine yakın zamanda izlediğimiz Live Free or Die Hard (Zor Ölüm 4.0) adlı filmin kahramanı, gözüpek polis John McClaine (Bruce Willis) karakterinde kendini bulan kaç kişi vardır acaba?! Kaçırılan uçaktan, yolculardan önce kaçan kaptan pilot ve yardımcısının, bırakın aksiyonu asli görevlerini bile yerine getirmekten kaçınan insanlar olması da ancak Muz Cumhuriyeti’nde görülebilecek bir durumdur. Bu arada dikkat çekmem gereken bir nokta da Zor Ölüm 4.0 adlı filmde değinilen dijital kaos atmosferi… Son yılların popüler lafı “e-devlet”in, çılgın bir bilgisayar korsanı ya da korsanlar grubu tarafından “hack” edildiğini düşünsenize. Yirmi yılı aşkın bir süredir Devlet’in üzerinde en çok çalıştığı, medenileşme adına en yoğun çabayı sarfettiği proje olan MERNİS’in, yani şu hepinizin sıklıkla karşılaştığı Vatandaşlık Numarası uygulamasının bilgisayar korsanları tarafından saldırıya uğradığını inanın düşünmek bile istemem. Şükür ki elektrik dağıtımından haberleşmeye, bankacılık sisteminden e-devlet uygulamalarına her şey tamamıyla internet üzerine yıkılmış değil ülkemizde. Yoksa halimiz nice olurdu!!! Maalesef ki günden güne bahsettiğim bu tür uygulamaların online yapılabilmesine olanak tanıyan teknoloji hepimizi esir alıyor. Allah korusun, Zor Ölüm 4.0’daki gibi bir dijital kaos gerçekleşirse bizi kurtarabilecek bir John McClaine’imiz de yok… Mu acaba?!? Var var; elbette Polat Alemdar!!!
Hepinize sağlık mutluluk ve esenlikler diliyorum. Önümüzdeki hafta film incelemelerine devam edeceğiz. O zamana değin hoşçakalın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder