11 Şubat 2009 Çarşamba

021.09/06/2008 Sinopsis (Bolu Gazetesi)

Merhabalar. Geçtiğimiz haftaların flaş konusu telekulak skandalı ile başlamak istiyorum. Zira yazmazsam kesin çatlayacağım!
Dünyanın her yerinde ve her dönemde mutlaka birileri, diğerlerini dinlemiştir. Bu gerçek, hiç kimse inkâr etmesin. ABD’de Başkan Nixon’un adının karıştığı Watergate örneğini hatırlatırım. Dinleme skandalından dolayı görevi bırakmak zorunda kalan Nixon, ABD’nin, görevinden istifa eden ilk ve tek başkanı olmuştu. Ülkemizde de, dünyanın birçok ülkesinde de durum aşağı yukarı aynı (İstifa hariç!). “İnsan başkasını niye dinleme ihtiyacı hisseder ki?” diye soracak olursak yanıtı aslında kendimizde aramamızın doğru olacağını düşünüyorum. TV’de en çok izlenen yapımların hep “dikizleme” mantığına dayalı yapımlar olması sanırım güzel bir örnek olur. Çok değil üç - dört yıl öncesinde Eraycılar – Melihçiler diye kamplara ayrılıp, daha önce hiç tanımadığı, TV’deki siluetinden yakınlık hissettiği tiplerin ateşli savunucusu olan insanların stüdyo kavgalarına, birbiriyle dünyalar bir araya gelse bile anlaşması mümkün olmayan iki karakteri illa ki evlendirmek isteyen insanların, bu TV ikonlarını nasıl psikopata çevirdiğine şahit olduk. Örnekleri çoğaltmak kolay. Bu durumun temelinde ise, insanların hangi mevkide, hangi sosyal sınıfta, hangi inanç sisteminde olursa olsun, mutlaka birbirlerinin özelini merak etmesi yatıyor. Kaba tabirle herkesin içinde biraz “röntgencilik” var. İki kere iki dört… Bu durumu siyasete uyarladığınızda ayrışım daha da kolaylaşıyor. Farklı dünya görüşlerine, farklı bakış açılarına sahip kitlesel örgütlenmeler, birbirlerinin açığını aramak ya da diğerinden bir adım önde olabilmek adına dinleme yapıyorlar. Elbette iktidarda olanların, terazinin dengesini kendi lehine biraz bozduğu da bir gerçek… Dinleme için gereken teknik altyapının kullanımı, yürütme erkinden kaynaklanan etki ile biraz daha kolay. İşin bu boyutu beni bağlamıyor. Benim en son “telekulak” faaliyetinde ilgimi çeken iki nokta var:
Birincisi; ulusal basına yansıdığı kadarıyla dinlendiği iddia edilen ve bir partinin üst düzey yönetiminde yer alan ve “eski tüfek” etiketini hak ettiğine inanılan bir kişinin, nasıl olup da bu denli tedbirsiz ve teknolojiden bihaber olabildiği… Telefonu kapatmaya çalışırken “No” yerine “Yes” tuşuna basılı tutmak, hadi anlayışla karşılanabilir diyelim, olmaz ya neyse… “Tamam, teknoloji kurdu olmayabilirsin, ama televizyon da mı izlemiyorsun?” diye sorarlar adama. Bu cep telefonu denen meret kapalıyken bile dinleme yapılabilen bir aygıt. Kapatmak yetmiyor, bataryayı ve hatta sim kartı da cihazdan ayırmak gerekiyor. En kıytırık TV dizilerinde bile gösterilen bu ve buna benzer cinlikleri, gizliliğe önem vermesi gereken her insanın bilmesi bir gereksinimdir diye düşünüyorum.
İkinci bir nokta; her şeyi olduğu gibi bunu da sulandırmayı becermemizdir. İlgili ilgisiz, önemli önemsiz herkes “Ben de dinleniyorum” diye ortaya çıktı. Düşünün, Zekeriya Beyaz bile dinlendiğini iddia etti! Seni kim niye dinlesin Zekeriya’m Beyaz’ım?! Devlet adamı mısın yoksa gizli ajan mı? İşine gelince “İlahiyatçı kimliğim” diyen, beş yıldızlı otelden check out yaptırırken fatura edilen “Pay TV” yani dâhili pornografik yayın ücretini görünce de “Ben Sosyal Bilimciyim. Pornografi de sosyal bir olgu olduğundan izledim” diyerek Nesrin Topkapı’dan bile iyi kıvırtabilen birini neden dinlesinler ki?! Amerikalılar böyle durumlara “Bullshit” diyorlar. Dilimize kibarca “saçmalık” olarak çevirebiliriz bunu. Sonuçta kimileri dinlemenin ahlaki açıdan olumsuz bir durum olduğundan hareketle çok sert ifadelerle konuya taraf olurken, kimileri de “dinleyen dinlesin. Benim saklayacak hiçbir şeyim yok” görüşünde. Benim görüşüm ise ne kadar engellenmeye çalışılırsa çalışılsın, herkes herkesi dinlemenin bir yolunu bulur. Dünyanın en iyi hackerları, “kırılamayacak hiçbir şifre yoktur” derler. Ahlaki değil ama olay bu…
Geçtiğimiz günlerde yine ulusal basında ufak bir pasaj olarak geçilen bir haber beni derinden etkiledi. Aranızda 1992 yapımı Lorenzo’s Oil (Lorenzo’nun Yağı) adlı filmi izleyen ya da yalnızca duyanlar mutlaka vardır. Filmin öyküsü gerçek bir olaya dayanmaktaydı. İtalyan bir ailenin çocuğu olan Lorenzo Odone, altı yaşındayken, günümüzde de tedavisi bulunamamış olan ALD adlı hastalığa yakalanır. Lorenzo’nun anne ve babası, kendi ürettikleri ve ALD’nin kesin tedavisi olmasa da ilerlemesini durduran bir yağ ile çocuklarını yaşatma uğraşı içerisine girerler. Aile bu yağın patentini Lorenzo Yağı adıyla alır. Yapımcılar, ailenin bu azmini beyazperdeye aktarmak için Lorenzo’nun ailesine başvururlar. Başrollerinde Susan Sarandon ve Nick Nolte’nin oynadığı film çekilir ve başarı kazanarak izleyiciyi derinden etkiler. Hatta Sarandon, Oscar ödülü ile taçlandırılır. İşte bu olayın kahramanı olan ve sekiz yıl önce annesini kaybeden Lorenzo Odone, geçenlerde, doğum gününün ertesi günü, ciğerlerine kaçan bir yemek parçası nedeni ile solunum yetmezliği geçirerek öldü. Virginia Eyaleti’nde yaşayan babası Lorenzo’nun bedeninin bir krematoryumda yakılarak küllerinin New York’a serpileceğini ve kendisinin oğlundan başka bir bağı kalmaması nedeni ile İtalya’ya geri döneceğini açıkladı. Bu arada bahsi geçmişken, geçenlerde İtalya’da vefat eden opera sanatçımız Leyla Gencer’in cenazesinin yakılması da, kamuoyunda bir hayli yankı bulmuştu anımsayacaksınız. Konumuza dönersek; beyaz perdeye bile yansıyan azimleri ve bugün bile ALD hastalarına umut ışığı olan buluşları olan yağ ile takdiri ve hayranlığı hak eden bu İtalyan aileye teşekkür etmeyi isterdim. Bir de, canından bir parça olan evlatlarına işkence edebilecek kadar insaniyetten uzaklaşan, hadi açık konuşalım, “hayvanlaşan” tiplere de onları örnek göstermeyi…
Yerim kalmadığından önümüzdeki hafta bahsetmeyi planladığım bir film var: Uzakdoğu sinemasının iki dev ismi Jackie Chan ve Jet Li’yi ilk kez bir arada izlediğimiz The Forbidden Kingdom (Yasak Krallık)’tan bahsediyorum.
Tüm hastalıklardan ve telekulaklardan uzak, güzel günler diliyor, sevgiler saygılar sunuyorum sevgili dostlar.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...