Merhaba. Bu hafta Woody Allen’dan bahsedeceğimi geçtiğimiz Pazartesi günü duyurmuştum. Bu yazıda, en son geçtiğimiz senenin sağlam filmlerinden Cassandra’s Dream (Cassandra’nın Rüyası) adlı filmini izlediğimiz usta yönetmenle ilgili olarak birçok ilginç noktaya rastlayabilirsiniz. Ama önce, biraz gecikmeli de olsa Sayın Valimiz Ali SERİNDAĞ’a, üzülerek hoşçakalın demek isterim. İşin siyaset tarafından anlamam da, güler yüzü, beyefendi kişiliği ile genel anlamda Bolu insanının sevdiği bir Vali portresi çizdi görev yaptığı süre boyunca. Bolumuz’dan ayrılması gibi, merkeze alınması da ayrıca üzücü. Ama maalesef bu, ülkemizin gerçeklerinden biri. Kendisine ömür boyu mutluluk ve işlerinde kolaylıklar temenni ediyorum.
Gelelim Woody Allen’a… Allen, 1935 yılında Yahudi – Ortodoks bir ailenin çocuğu olarak, daha sonra filmlerinin ana mekânı olarak izleyiciye sıkça sunacağı New York’un Brooklyn bölgesinde doğdu. Asıl adı Allen Stewart Königsberg olan yönetmen, 1952 yılında Woody Allen olarak değiştirdi adını ve bu çağlarda yerel gazetelere, radyo ve TV istasyonlarına yazdığı minik skeçlerle şov dünyasına adımını atmış oldu. 1961’den itibaren 4–5 yıl boyunca çeşitli mekânlarda stand-up şovlar yapan Allen, yapımcıların dikkatini çekti ve 1965 yılında ilk senaryosunu yazmak için teklif aldı. What’s the New Pussycat? Adlı bu film için yazdığı senaryonun yapımcıların elinde uğradığı derin değişim Allen’i, yönetmeyeceği hiçbir filmin senaryosunu yazmama yoluna itti. Bu karar onun sinemasal başarısının tetikleyicisi oldu. 1966 yapımı What’s Up, Tiger Lilly? Woody Allen’ın hem yazdığı hem de yönettiği ilk film olması nedeniyle onun sinematografisinde önemli yer tutar. Doğup büyüdüğü ve yaşadığı yer olan New York’un filmlerinde her daim başrolde olması, neredeyse otuz yıl boyunca devam ettiği psiko-analiz seanslarının yansıması olan senaryoları, Kemal Sunal’ın dışında hiçbir aktörde rastlamadığımız komedyen suratı ve ince zekâsının ürünü esprileri, Woody Allen’ın alamet-i farikaları denebilir. Üçü Oscar olmak üzere yetmişin üzerinde ödülle taçlandırdığı sinema kariyerine; karşı cinsle olan ilişkileri, daha ziyade kaybeden karakterleri ince ince işlediği hikâyeleri ve eşsiz yalınlığa sahip kamera kullanımı ile bezenmiş 42 filmi sığdıran bu komple sanatçı adam, sinemadaki başarısını ilişkilerine ve evliliklerine yansıtabilmiş değil maalesef. 1954 – 1960 arası Harlene Rosen ile evli kalan sanatçı, 1961 – 1970 arası devam edecek olan ikinci evliliğini Bananas adlı filminde oynayan Louise Lasser ile yaptı. 70li yıllarda ise Annie Hall ve Manhattan adlı önemli filmlerinde başrol verdiği Diane Keaton ile beraber olan Woody Allen, oğlu Satchel’in de annesi olan aktris Mia Farrow ile 80li yıllarda fırtınalı bir ilişki yaşadı. Birlikte iki çocuk evlat edindiler ve ilişkileri Allen’ın evlat edindikleri Soon-Yi Previn’e âşık olması ile son buldu. Yönetmen Kore asıllı evlatlığı ile 1997’de Venedik’te evlendi.
1977 yapımı Annie Hall ile En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo, 1986 yapımı Hannah and Her Sisters ile En İyi Senaryo dallarında Akademi Ödülü (Oscar) alan Woody Allen 1978 Oscar Törenlerine katılmadı ve ödülü de ekibinden biri onun adına aldı. Seremoniye katılmama yönündeki kararlılığını 2001 yılındaki Ödül Töreni’ne kadar devam ettiren Allen, 11 Eylül’de çok sevdiği New York’a yapılan terör saldırılarından etkilendiği için birçok kişiyi şaşırtarak ödül törenine katıldı. “Soruyu bilmiyorum, ama cevabı seks”, Üniversitede metafizik dersinin sınavında hocam beni dışarı attı. Kopya çekiyormuşum! Oysa ben sadece önümdeki çocuğun ruhuna bakıyordum!!!”, “Ölümsüzlüğe yapıtlarımla değil bizzat ölmeyerek ulaşmaya çalışıyorum”, “Aşk yanıttır, ama yanıtı beklerken seks de gayet güzel sorular hazırlayabilir!” ve “Adem elmayı lezzetli olduğu için ısırdı, ama farkına vardı ki Havva’nın meyveleri daha tatlı!” tarzında felsefi, bir o kadar da seksle bozmuş sözler sarf edebilen, evlat edindiği kıza aşık olabilecek kadar saçmalayabilen, ama sinema sanatına kattıkları ile daha çok uzun yıllar adından söz ettirecek, gerçek bir usta Woody Allen.
Cassandra’nın Rüyası’nı irdelemeden önce Allen’ın 2002 yılından bu yana her yıl bir film yapmak gibi bir alışkanlık geliştirdiğini de söylemeliyim. 2006 yapımı Scoop ve 2005 yapımı Match Point adlı filmleri ile birlikte bu son filmi Cassandra’s Dream’i, yönetmenin olgunluk çağında çektiği inci taneleri olarak nitelediğimi belirtmek istiyorum. Dikkat çekici bir nokta da Allen’ın bu son üç filminde de New York yerine mekan olarak İngiltere’yi seçmiş olması. Yine bu son üç filminin ikisinde baş kadın oyuncu Scarlett Johansson’du. Acaba mı diyorum, Woody Allen hala aynı Woody Allen mi?! Kimbilir…
Gelelim Cassandra’nın Rüyası’na: Film adını, kahramanlar Ian (Ewan Mc Gregor) ve Terry’nin (Colin Farrell) teknelerine verdikleri isimden alıyor aslında. Orta sınıfa mensup bir ailenin biri kumar bağımlısı, biri yükselme hırsı olan iki oğlu olan Ian ve Terry için zengin dayıları Jerry (Andrew Howard) tam bir idoldür. Ancak dayılarının, kendisinden para isteyen yeğenlerine ilginç bir teklifi vardır: Başına dert olan bir iş ortağını ortadan kaldırmaları halinde yeğenlerine istedikleri parayı verecektir. Kısa bir vicdan muhasebesi yapan kardeşler, Terry’nin yüklü kumar borcunu ve Ian’ın sınıf atlamak isteyen aktris sevgilisinin bitip tükenmez isteklerini göz önüne alırlar ve dayılarının isteğini yerine getirirler. Görünürde cinayet kusursuzdur. Ne bir delil ne de şahit vardır. Ian olayın vahametini çabucak atar üzerinden. Ancak Terry için bu sarsıntıyı atlatmak kolay değildir. “Şerefsiz” kelimesini sonuna kadar hak eden dayı bu kez Ian’ı kışkırtarak Terry’nin polise gidip her şeyi mahvetmemesi için “gerekeni” yapmasını ister ondan. Ve… Basit konusu, sürprizli sonu ve gerçekten “hakkını veren” oyuncuları ile mutlaka izlemelisiniz diyebileceğim kadar iyi bir film.
Kelimelerin sonuna geldiğimiz bir an daha… Haftaya buluşmak umudu ile… Şans ve sağlık hep yanınızda olsun.
Gelelim Woody Allen’a… Allen, 1935 yılında Yahudi – Ortodoks bir ailenin çocuğu olarak, daha sonra filmlerinin ana mekânı olarak izleyiciye sıkça sunacağı New York’un Brooklyn bölgesinde doğdu. Asıl adı Allen Stewart Königsberg olan yönetmen, 1952 yılında Woody Allen olarak değiştirdi adını ve bu çağlarda yerel gazetelere, radyo ve TV istasyonlarına yazdığı minik skeçlerle şov dünyasına adımını atmış oldu. 1961’den itibaren 4–5 yıl boyunca çeşitli mekânlarda stand-up şovlar yapan Allen, yapımcıların dikkatini çekti ve 1965 yılında ilk senaryosunu yazmak için teklif aldı. What’s the New Pussycat? Adlı bu film için yazdığı senaryonun yapımcıların elinde uğradığı derin değişim Allen’i, yönetmeyeceği hiçbir filmin senaryosunu yazmama yoluna itti. Bu karar onun sinemasal başarısının tetikleyicisi oldu. 1966 yapımı What’s Up, Tiger Lilly? Woody Allen’ın hem yazdığı hem de yönettiği ilk film olması nedeniyle onun sinematografisinde önemli yer tutar. Doğup büyüdüğü ve yaşadığı yer olan New York’un filmlerinde her daim başrolde olması, neredeyse otuz yıl boyunca devam ettiği psiko-analiz seanslarının yansıması olan senaryoları, Kemal Sunal’ın dışında hiçbir aktörde rastlamadığımız komedyen suratı ve ince zekâsının ürünü esprileri, Woody Allen’ın alamet-i farikaları denebilir. Üçü Oscar olmak üzere yetmişin üzerinde ödülle taçlandırdığı sinema kariyerine; karşı cinsle olan ilişkileri, daha ziyade kaybeden karakterleri ince ince işlediği hikâyeleri ve eşsiz yalınlığa sahip kamera kullanımı ile bezenmiş 42 filmi sığdıran bu komple sanatçı adam, sinemadaki başarısını ilişkilerine ve evliliklerine yansıtabilmiş değil maalesef. 1954 – 1960 arası Harlene Rosen ile evli kalan sanatçı, 1961 – 1970 arası devam edecek olan ikinci evliliğini Bananas adlı filminde oynayan Louise Lasser ile yaptı. 70li yıllarda ise Annie Hall ve Manhattan adlı önemli filmlerinde başrol verdiği Diane Keaton ile beraber olan Woody Allen, oğlu Satchel’in de annesi olan aktris Mia Farrow ile 80li yıllarda fırtınalı bir ilişki yaşadı. Birlikte iki çocuk evlat edindiler ve ilişkileri Allen’ın evlat edindikleri Soon-Yi Previn’e âşık olması ile son buldu. Yönetmen Kore asıllı evlatlığı ile 1997’de Venedik’te evlendi.
1977 yapımı Annie Hall ile En İyi Yönetmen ve En İyi Senaryo, 1986 yapımı Hannah and Her Sisters ile En İyi Senaryo dallarında Akademi Ödülü (Oscar) alan Woody Allen 1978 Oscar Törenlerine katılmadı ve ödülü de ekibinden biri onun adına aldı. Seremoniye katılmama yönündeki kararlılığını 2001 yılındaki Ödül Töreni’ne kadar devam ettiren Allen, 11 Eylül’de çok sevdiği New York’a yapılan terör saldırılarından etkilendiği için birçok kişiyi şaşırtarak ödül törenine katıldı. “Soruyu bilmiyorum, ama cevabı seks”, Üniversitede metafizik dersinin sınavında hocam beni dışarı attı. Kopya çekiyormuşum! Oysa ben sadece önümdeki çocuğun ruhuna bakıyordum!!!”, “Ölümsüzlüğe yapıtlarımla değil bizzat ölmeyerek ulaşmaya çalışıyorum”, “Aşk yanıttır, ama yanıtı beklerken seks de gayet güzel sorular hazırlayabilir!” ve “Adem elmayı lezzetli olduğu için ısırdı, ama farkına vardı ki Havva’nın meyveleri daha tatlı!” tarzında felsefi, bir o kadar da seksle bozmuş sözler sarf edebilen, evlat edindiği kıza aşık olabilecek kadar saçmalayabilen, ama sinema sanatına kattıkları ile daha çok uzun yıllar adından söz ettirecek, gerçek bir usta Woody Allen.
Cassandra’nın Rüyası’nı irdelemeden önce Allen’ın 2002 yılından bu yana her yıl bir film yapmak gibi bir alışkanlık geliştirdiğini de söylemeliyim. 2006 yapımı Scoop ve 2005 yapımı Match Point adlı filmleri ile birlikte bu son filmi Cassandra’s Dream’i, yönetmenin olgunluk çağında çektiği inci taneleri olarak nitelediğimi belirtmek istiyorum. Dikkat çekici bir nokta da Allen’ın bu son üç filminde de New York yerine mekan olarak İngiltere’yi seçmiş olması. Yine bu son üç filminin ikisinde baş kadın oyuncu Scarlett Johansson’du. Acaba mı diyorum, Woody Allen hala aynı Woody Allen mi?! Kimbilir…
Gelelim Cassandra’nın Rüyası’na: Film adını, kahramanlar Ian (Ewan Mc Gregor) ve Terry’nin (Colin Farrell) teknelerine verdikleri isimden alıyor aslında. Orta sınıfa mensup bir ailenin biri kumar bağımlısı, biri yükselme hırsı olan iki oğlu olan Ian ve Terry için zengin dayıları Jerry (Andrew Howard) tam bir idoldür. Ancak dayılarının, kendisinden para isteyen yeğenlerine ilginç bir teklifi vardır: Başına dert olan bir iş ortağını ortadan kaldırmaları halinde yeğenlerine istedikleri parayı verecektir. Kısa bir vicdan muhasebesi yapan kardeşler, Terry’nin yüklü kumar borcunu ve Ian’ın sınıf atlamak isteyen aktris sevgilisinin bitip tükenmez isteklerini göz önüne alırlar ve dayılarının isteğini yerine getirirler. Görünürde cinayet kusursuzdur. Ne bir delil ne de şahit vardır. Ian olayın vahametini çabucak atar üzerinden. Ancak Terry için bu sarsıntıyı atlatmak kolay değildir. “Şerefsiz” kelimesini sonuna kadar hak eden dayı bu kez Ian’ı kışkırtarak Terry’nin polise gidip her şeyi mahvetmemesi için “gerekeni” yapmasını ister ondan. Ve… Basit konusu, sürprizli sonu ve gerçekten “hakkını veren” oyuncuları ile mutlaka izlemelisiniz diyebileceğim kadar iyi bir film.
Kelimelerin sonuna geldiğimiz bir an daha… Haftaya buluşmak umudu ile… Şans ve sağlık hep yanınızda olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder