2009’a Buruk Merhaba
2009’un ilk gününde tüm okuyucularıma daha sağlıklı, daha mutlu ve krizlerden uzak günler temenni ediyorum. Moda tabirle “hamdolsun” bizler fena değiliz de biraz güneyde, Filistin topraklarında durumlar hiç de iç açıcı değil maalesef. İsrail, yıllardır uyguladığı işgal ve şiddet politikasının yeni ve şiddetli, şiddetli olduğu kadar da rezil bir halkasını daha gözler önüne seriyor bir süredir. Kendi inancından olmadığı için açlığa ve sefalete mahrum ettiği insanları, üniformalı – sivil ayrımı yapmadığı gibi şimdi de cinsiyet ve yaş gibi ayrımları da bir kenara koyarak iğrenç ve hunhar bir biçimde öldürüyor. Bunu yaparken de ibadethane, hastane gibi yerleri de bombardımana dâhil ederek açıkça savaş suçu işliyor. Onyıllardır bölgede, kan üzerine uyguladığı politikalarla binlerce insanın vahşice katlini uygulayan İsrail’i sert şekilde kınayan Arap Dünyası maalesef bunda çok geç kalmış görünüyor. Yıllar önce üniversitede İnkılâp Tarihi dersimize gelen bir öğretim görevlisi durumu özetleyen şu sözleri söylemişti: “Araplar azıcık akıllı olsa idi İsrail devletini silah kullanarak değil, tükürerek boğardı!” Katılmamak elde değil bu düşünceye. Apaçık şerefsizlik olan bu devlet terörüne ve gerçek soykırıma karşı elden geldiğince karşı durmak gerekiyor. Osmanlı’dan gelen bir ortak tarihe sahip olduğumuz bu inançdaşlarımız için hiçbir şey yapamıyorsak, en azından kalben onlara destek olmamız gerekiyor bence.
Ekranlarda son günlerde görmeye başladığımız bir program, toplumun değişik katmanlarınca bir hayli tepki topluyor. Show TV adlı ulusal kanalda yayımlanan bu program “Yemekteyiz” adını taşıyor. Konsept olarak aslında güzel düşünülmüş bir program olmasına rağmen maalesef rating canavarı işin içine girdiğinde “kavga, gürültü ile parsayı toplamak” programın, asıl konseptinin bir hayli dışına taşmasına sebep oluyor maalesef. İzlemeyenler için kısaca söylemek gerekirse; birbirini tanımayan beş yarışmacı sıra ile, daha önceden planladıkları bir menü çerçevesinde birbirlerini ağırlıyor. Gün sonunda ağırlananlar, ağırlayanı puanlıyor ve tüm yarışmacılar birbirini ağırladıktan sonraki puanlama ile birinci olan 10bin YTL ödül kazanıyor. Ancak çoğunlukla katılımcılar mutfaktan ve hijyenden zerre nasiplenmemiş olmalarına rağmen, hepsi de kendini gurme zannetmekten geri durmayan tipler. Geçenlerde denk geldiğim bir gudubet, bifteğin iyi pişmediğinden dem vurarak yüzünü ekşitti ve “olmamış” buyurdu. Hazret her şeyden haberdar, ama her nasılsa bifteğin az pişmişinin makbul olduğunu bilmiyor! Bir de diğer yarışmacının önünü kesmek maksadını taşıyan, “reklam kokan hareketler” babından “yemekten kıl çıktı” muhabbeti var ki, aman Allah, düşman başına! İzleyenlerin tepkileri alt alta konulduğunda ortak bir paydaya, katılımcıların para uğruna Türk Misafirperverliği kavramına aykırı davranışlar sergilediği görüşüne ulaşılıyor. Bazı kendini bilmezler de “bu bir yarışma canım, ne alakası var adet, gelenek vs. gibi şeylerle” diyerek olayın üstüne tüy dikiyor. İşin ilginç yanı, programda katılımcıların sergilediği davranışların, özellikle de “şu olmamış, bu kötü olmuş, beğenmedim…” diyerek sunulanları yemekten imtina etmesi, nimete şükretmek gibi çok önemli bir hasletin yok sayılması anlamına geliyor ki, bu durum bugüne değin görülmemiş ölçüde bir kültür erozyonuna yol açıyor. Geçenlerde bir dost meclisinde daha altı yaşındaki bir ufaklık, TV’de izlediklerini aynen uygulayıp, ev sahibine dönerek “……. Teyze, bu çörek hiç güzel olmamış. Hiç beğenmedim” dediğinde toplulukta buz gibi bir hava esti maalesef. Çocuğun ebeveynleri ise tabiri caizse yerin dibine geçti. İşin vahametini anlatabildiğimi umuyorum.
TV yayımlarından bahsedince aklıma geliveren bir başka duruma daha değinmeden edemem. Geçtiğimiz günlerde bir TV dizisinin setinden dönen bir grup emekçinin geçirdiği trafik kazasında iki görevlinin ölmesi ile setlerdeki çalışma koşulları gündemin üst basamaklarına tırmandı. Türkiye’deki dizi sektörü yaklaşık 1 Milyar YTL’lik bir ekonomik hacme ulaşmış vaziyette. Ancak dünyada milyonlarca izleyici potansiyeli olan ve yayım günlerinde örneğin 15 – 16 milyon izleyiciyi ekran başına toplayabilen dizilerin (Lost mesela) her bir bölümü 40 dakikayı aşmazken, ülkemizde çok izlenen dizilerin (Kurtlar Vadisi, ya da Yaprak Dökümü gibi…) yayımlanan her bir bölümü 90 dakikayı aşkın sürelere dayanıyor. Kanal patronları, yapımcı firmalar ve izleyici halinden memnun, ancak set işçileri, senaristler, oyuncular, dekor ve kostümcüler, kısacası set emekçileri için bu, günlük 16 ila 18 saatlik çalışma süresi demek. Bu durum düpedüz bir kölelik düzenidir ve maalesef bir – iki değil on iki, yirmi iki ölüm de olsa bu düzenin değişmesi çok da olası değildir. Zira çağdaş demokratik ülkelerdeki düzeyde sendikacılık bizde olmadığından, insan hayatına verilmesi gereken değerin asgarisi bile bizim insanımıza çok görüldüğünden bu gibi durumlarla sıklıkla karşılaşırız. Hatırlasanıza ABD’de geçen yıl uzunca bir süre devam eden yazarlar grevini; yazarların telif haklarından aldıkları bedele eklenmesini istedikleri iki buçuk sentten dolayı yapılmıştı bu grev. Darısı bizim de başımıza…
Bir kez daha hayırlı bir yıl geçirmenizi temenni ediyor, kaoslara, krizlere, terörün her türüne teğet geçen, sağlıklı ve mutlu günlerin sizlerle olmasını diliyorum. Haftaya görüşmek üzere…
2009’un ilk gününde tüm okuyucularıma daha sağlıklı, daha mutlu ve krizlerden uzak günler temenni ediyorum. Moda tabirle “hamdolsun” bizler fena değiliz de biraz güneyde, Filistin topraklarında durumlar hiç de iç açıcı değil maalesef. İsrail, yıllardır uyguladığı işgal ve şiddet politikasının yeni ve şiddetli, şiddetli olduğu kadar da rezil bir halkasını daha gözler önüne seriyor bir süredir. Kendi inancından olmadığı için açlığa ve sefalete mahrum ettiği insanları, üniformalı – sivil ayrımı yapmadığı gibi şimdi de cinsiyet ve yaş gibi ayrımları da bir kenara koyarak iğrenç ve hunhar bir biçimde öldürüyor. Bunu yaparken de ibadethane, hastane gibi yerleri de bombardımana dâhil ederek açıkça savaş suçu işliyor. Onyıllardır bölgede, kan üzerine uyguladığı politikalarla binlerce insanın vahşice katlini uygulayan İsrail’i sert şekilde kınayan Arap Dünyası maalesef bunda çok geç kalmış görünüyor. Yıllar önce üniversitede İnkılâp Tarihi dersimize gelen bir öğretim görevlisi durumu özetleyen şu sözleri söylemişti: “Araplar azıcık akıllı olsa idi İsrail devletini silah kullanarak değil, tükürerek boğardı!” Katılmamak elde değil bu düşünceye. Apaçık şerefsizlik olan bu devlet terörüne ve gerçek soykırıma karşı elden geldiğince karşı durmak gerekiyor. Osmanlı’dan gelen bir ortak tarihe sahip olduğumuz bu inançdaşlarımız için hiçbir şey yapamıyorsak, en azından kalben onlara destek olmamız gerekiyor bence.
Ekranlarda son günlerde görmeye başladığımız bir program, toplumun değişik katmanlarınca bir hayli tepki topluyor. Show TV adlı ulusal kanalda yayımlanan bu program “Yemekteyiz” adını taşıyor. Konsept olarak aslında güzel düşünülmüş bir program olmasına rağmen maalesef rating canavarı işin içine girdiğinde “kavga, gürültü ile parsayı toplamak” programın, asıl konseptinin bir hayli dışına taşmasına sebep oluyor maalesef. İzlemeyenler için kısaca söylemek gerekirse; birbirini tanımayan beş yarışmacı sıra ile, daha önceden planladıkları bir menü çerçevesinde birbirlerini ağırlıyor. Gün sonunda ağırlananlar, ağırlayanı puanlıyor ve tüm yarışmacılar birbirini ağırladıktan sonraki puanlama ile birinci olan 10bin YTL ödül kazanıyor. Ancak çoğunlukla katılımcılar mutfaktan ve hijyenden zerre nasiplenmemiş olmalarına rağmen, hepsi de kendini gurme zannetmekten geri durmayan tipler. Geçenlerde denk geldiğim bir gudubet, bifteğin iyi pişmediğinden dem vurarak yüzünü ekşitti ve “olmamış” buyurdu. Hazret her şeyden haberdar, ama her nasılsa bifteğin az pişmişinin makbul olduğunu bilmiyor! Bir de diğer yarışmacının önünü kesmek maksadını taşıyan, “reklam kokan hareketler” babından “yemekten kıl çıktı” muhabbeti var ki, aman Allah, düşman başına! İzleyenlerin tepkileri alt alta konulduğunda ortak bir paydaya, katılımcıların para uğruna Türk Misafirperverliği kavramına aykırı davranışlar sergilediği görüşüne ulaşılıyor. Bazı kendini bilmezler de “bu bir yarışma canım, ne alakası var adet, gelenek vs. gibi şeylerle” diyerek olayın üstüne tüy dikiyor. İşin ilginç yanı, programda katılımcıların sergilediği davranışların, özellikle de “şu olmamış, bu kötü olmuş, beğenmedim…” diyerek sunulanları yemekten imtina etmesi, nimete şükretmek gibi çok önemli bir hasletin yok sayılması anlamına geliyor ki, bu durum bugüne değin görülmemiş ölçüde bir kültür erozyonuna yol açıyor. Geçenlerde bir dost meclisinde daha altı yaşındaki bir ufaklık, TV’de izlediklerini aynen uygulayıp, ev sahibine dönerek “……. Teyze, bu çörek hiç güzel olmamış. Hiç beğenmedim” dediğinde toplulukta buz gibi bir hava esti maalesef. Çocuğun ebeveynleri ise tabiri caizse yerin dibine geçti. İşin vahametini anlatabildiğimi umuyorum.
TV yayımlarından bahsedince aklıma geliveren bir başka duruma daha değinmeden edemem. Geçtiğimiz günlerde bir TV dizisinin setinden dönen bir grup emekçinin geçirdiği trafik kazasında iki görevlinin ölmesi ile setlerdeki çalışma koşulları gündemin üst basamaklarına tırmandı. Türkiye’deki dizi sektörü yaklaşık 1 Milyar YTL’lik bir ekonomik hacme ulaşmış vaziyette. Ancak dünyada milyonlarca izleyici potansiyeli olan ve yayım günlerinde örneğin 15 – 16 milyon izleyiciyi ekran başına toplayabilen dizilerin (Lost mesela) her bir bölümü 40 dakikayı aşmazken, ülkemizde çok izlenen dizilerin (Kurtlar Vadisi, ya da Yaprak Dökümü gibi…) yayımlanan her bir bölümü 90 dakikayı aşkın sürelere dayanıyor. Kanal patronları, yapımcı firmalar ve izleyici halinden memnun, ancak set işçileri, senaristler, oyuncular, dekor ve kostümcüler, kısacası set emekçileri için bu, günlük 16 ila 18 saatlik çalışma süresi demek. Bu durum düpedüz bir kölelik düzenidir ve maalesef bir – iki değil on iki, yirmi iki ölüm de olsa bu düzenin değişmesi çok da olası değildir. Zira çağdaş demokratik ülkelerdeki düzeyde sendikacılık bizde olmadığından, insan hayatına verilmesi gereken değerin asgarisi bile bizim insanımıza çok görüldüğünden bu gibi durumlarla sıklıkla karşılaşırız. Hatırlasanıza ABD’de geçen yıl uzunca bir süre devam eden yazarlar grevini; yazarların telif haklarından aldıkları bedele eklenmesini istedikleri iki buçuk sentten dolayı yapılmıştı bu grev. Darısı bizim de başımıza…
Bir kez daha hayırlı bir yıl geçirmenizi temenni ediyor, kaoslara, krizlere, terörün her türüne teğet geçen, sağlıklı ve mutlu günlerin sizlerle olmasını diliyorum. Haftaya görüşmek üzere…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder