11 Şubat 2009 Çarşamba

023.28/12/2007 Sinopsis

Sevgiler sunarak bayram ertesinin ilk sinopsis’ine başlıyoruz. Geçen hafta söz verdiğim üzere, bir yerli bir de yabancı yapımdan, Kabadayı ve Elizabeth: Altın Çağ adlı filmlerden bahsedeceğim bu hafta.
Öncelikle şunu söylemeliyim ki Yavuz Turgul / Şener Şen ikilisinin bu yeni filmi Kabadayı’yı (imdb puanı: 8,1), yeni bir “Eşkıya” beklentisiyle izlemeye gidecekseniz büyük bir hayal kırıklığı ile karşılaşacaksınız. İkiliden Turgul, önceki filmlerinin aksine bu kez yönetmen koltuğuna kendisi yerine Ömer Vargı’yı oturturken, senaryoyu kendisi hazırlamış bu filmde. Madem senaryo dedik, çuvaldızı batırma vaktidir! Maalesef birkaç vasat üstü senaryonun haricinde kaliteli bir senaryoya rastlayamıyoruz son dönemlerde. Özellikle diyalogların yazımında son derece vasat bir çizginin izlendiğini, üzülerek müşahede ediyoruz. Sinemada da TV dizilerinde de maalesef hiçbir yere varmayan ve 80lerin furyası Brezilya dizilerindeki gibi sakız misali uzayan, saçma sapan diyaloglar beni son derece rahatsız ediyor. Nerede Steven Soderbergh tarzı akıcı diyaloglar?! Yavuz Turgul gibi bir ustadan da yüksek beklentilerim vardı, üzgünüm ki boşa çıktı. Aslında akıllıca düşünülmüş nesiller arası bir “racon kesme” öyküsü olarak iyi bir konsept sayılabilir. Fakat karakterlerin derinlemesine işlenmeyişi, adeta her karakterin Avrupa Birliği müzakereleri gibi ucu açık bırakılan öykülerine, “şöyle bir” değinilmesi hoş durmuyor. Dediğim gibi zayıf diyaloglar ve özellikle finaldeki anlamsız espriler, öykünün inandırıcılığına gölge düşürüyor. Bütün bunlara rağmen Şener Şen her zamanki sağlam performansı ile filmi sürüklüyor. Zaten 1970lerden bugüne, komedilerden dramalara tüm rollerin altından kalkmasını bilen, TVde İkinci Bahar’da çizdiği babacan, cefakâr, vefakâr aile babası rolüyle ve 1996 yapımı Eşkıya’daki (imdb puanı: 8,4) Baran rolü ile zirve yapan, en son 2005 yılı yapımı Gönül Yarası’nda (imdb puanı: 8,1) izlediğimiz Şen burada da gerçekten üst düzey bir oyunculuk sergiliyor. Yine mert, yine cesur, yine yufka yürekli ve yine acımasız… Şen ile başrolü paylaşan Kenan İmirzalioğlu ise (Deli Yürek: Bumerang Cehennemi, Yazı-Tura, Son Osmanlı Yandım Ali) daha önceki rollerini aksine son derece psikopat, son derece saplantılı ve bir o kadar da kanundışı Devran karakterini canlandırırken, o denli başarılı ki… Onu bu tip bir rolde izlemek kimileri için zor olabilir. Diğer rollerde ise Rasim Öztekin, İsmail Hacıoğlu, Süleyman Turan ve Aslı Tandoğan da kalburüstü performansları ile göz dolduruyor. Özellikle Rasim Öztekin’in çizdiği “kırık” Sürmeli tiplemesi başarılı. Esprilerin çoğu bu kırık karakterin üzerinden yapılıyor olması ise şık durmamış. Tamamı sesli çekilen filmde yalnızca “Patron” rolündeki Ulgar Manzakoğlu’na dublaj yapılması da ilginç bir nokta… Kanlı sahneleri ve sıkça argo içeren diyalogları nedeni ile ailece değil belki ama yine de izlemenizi tavsiye ederim.
Diğer filmimiz Elizabeth: The Golden Age (Elizabeth: Altın Çağ) (imdb puanı: 7,0). İngiliz Kraliyet Ailesi’nin tarihinde, belki de üzerinde en çok konuşulan karakter olan I. Elizabeth anlatılıyor filmde. Ömrü boyunca hiç evlenmediğinden “Bakire Kraliçe” lakabı ile de anılan Elizabeth’i tanıyınca, İngiltere’de Kraliçelerin neden Kilise’nin bile üzerinde olduğunu, İngiliz Ulusal Marşı’nın neden “Tanrı Kraliçeyi Korusun – God save the Queen” dizesiyle başladığını anlıyor insan. Onun döneminde üzerinde güneş batmayan İmparatorluk haline dönüşen Britanya Krallığı’nın, Altın Çağ’ı anlatılıyor filmde. Anlatılmaya çalışılıyor mu demeliydim yoksa?! Zira filmde I. Elizabeth’in hükümdar yönünden çok, kadınca kaprisleri işlenmiş. I. Elizabeth, 1558’de 25 yaşındayken tahta çıkan ve ölümüne değin İngiltere’yi yöneten, Tudor Hanedanı’nın son kraliçesi ve Avrupa’nın “Muhteşem” lakabı ile andığı Osmanlı sultanı Kanuni Sultan Süleyman ile de çağdaş. Elizabeth, albino olarak doğduğu için hayalet zannedilerek öldürülmek istenmiş, "Tanrı bana bir kadının zayıf vücudunu vermiş olsa da, bir kralın yüreğine ve midesine sahibim” sözleriyle de tarihe geçmiştir. “Bu kadar tarih bilgisi yeter, sadede gel!” dediğinizi duyar gibiyim. Elizabeth I’i Cate Blanchett’in canlandırdığı filmde diğer rollerde usta oyuncu Geoffrey Rush (Lanetli Tepe, Panama Terzisi, Karayip Korsanları serisi, Frida) ve Clive Owen’i (Hepsini Vur, İçerideki Adam, Sin City) izlemek mümkün. Film o denli ağır bir tempoda ilerliyor ki, açıkçası neden TV dizisi değil de film yaparak kendini bu denli zorladı diye düşünüyorsunuz yönetmen Shekhar Kapur’u. Elizabeth’in altını oymaktan başka bir amacı olmayan İspanya Kralı II. Philip’in (Jordi Molla), temelinde mezhep ayrılığı yatan savaşı anlatılıyor filmde. Ancak neredeyse her tarihsel filmde izlemeye alıştığımız türden devasa savaş sahneleri maalesef filmde yok. Hatta I. Elizabeth’in ordusunu cesaretlendirmek amacıyla zırhlar içinde ve at üstünde yaptığı konuşma, ne yalan söyleyeyim etkileyicilikten hayli uzaktı. İngiliz ve İspanyol tarihinde çok önemli yeri olan bir deniz savaşı da ancak bu kadar üstünkörü anlatılabilirdi. Filmin en sağlam noktası kostüm tasarımındaki başarısı diyebilirim. Alexandra Byrne bu alanda harika bir iş çıkarmış. Filmin Akademi Ödülleri’nde En İyi Kostüm ve En İyi Makyaj dallarında aday olabileceğini düşünüyorum. Aslına bakarsanız alıp alabileceği ödüller de bunlardan ibaret diyebilirim. Tarihsel filmlerden hoşlanıyorsanız ve Kate Blanchett’i beğenen bir izleyici iseniz izlemenizi tavsiye ediyorum. Bu arada I. Elizabeth’i TV’de iki bölümlük bir mini dizide, geçen yılın Oscar dâhil neredeyse tüm ödüllerini toplayan ödül şampiyonu aktris Helen Mirren’in de canlandırdığını belirtmeliyim.
Bu haftalık ta bu kadar. Önümüzdeki hafta tekrar beraber olabilmek umudunu taşıyor ve hepinize mutlu yıllar dileklerimle sevgilerimi sunuyorum.

Hiç yorum yok:

161 - 25.09.2025 - DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ (Göynük Gazetesi)

  DALLAS'TAN TİKTOK'A KUŞAKLARIN İZLEME SERÜVENİ ...