Tutulmuş bir boyun ve sırtın verdiği sıkıntıya rağmen sevgi ve selamlar hepinize. Açıkçası kısa sayılabilecek bir kar yağışına rağmen, bu denli ılıman geçen kış mevsiminin çoğunuzda böyle etkileri olmuştur. Üst solunum yolları ile ilgili rahatsızlıklar, soğuk algınlığı gibi rahatsız edici mini-rahatsızlıklar ve görece güzel havaya aldanıp açık bırakılan pencerelerin etkisiyle tutulan çeşitli vücut uzuvları gibi... Orhan Veli'nin de dediği gibi “beni bu güzel havalar mahvetti”. İyisi mi kendi alanımızla ilgili konuşalım, sağlıkla ilgili söylemleri saygıdeğer köşe komşumuz Abdullah Danışman hocamıza bırakalım.
Sinemalarımız gitgide ısınmaya başladı. Yeni filmler birbiri ardına gösterime giriyor. Birkaçına değinmek istiyorum.
Bunlardan ilki, Semum. 2006 yılı yapımı Dabbe (imdb puanı:6,1) adlı ilk filminin ardından bir kez daha karşımıza çıkan Hasan Karacadağ, yine Japon korku filmlerinin yoğun biçimde etkisinde kalmış yeni filmi ile sinemalarda. Dabbe’de cinlerle uğraşan Karacadağ, psikopatik bakışını daha da derinleştirerek, bu kez yer altı yaratıkları diye nitelendirilebilecek olan Semumlar’a kafayı takmış. Olaylar Canan (Ayça İnci) ve eşi Volkan’ın (Burak Hakkı) yeni ve büyük bir eve taşınması ile başlıyor. İlk başlarda normal akışında seyreden hayatları, Canan’ın günden güne değişmesi ile çekilmez bir hal alıyor. Aslında Hasan Karacadağ, tarzı bana hitap etmese de, sarfettiği çaba ve yerli sinemaya getirdiği taze soluk nedeni ile alkışlanmayı hak eden bir yönetmen. Ayrıca dini bilgisi de yeter düzeyde ki oluşturduğu akıma İslami Korku adını veriyor. Japonya’da genetik ve sinema eğitimi alan Karacadağ’ın filmlerindeki Japon etkisinin de kaynağını böylece çözmüş oluyoruz. Samanyolu TV’de yayımlanan Sır Kapısı adlı dramaların da ilk dönemlerinde yönetmenlik yapan Karacadağ’ın önümüzdeki birkaç yıl içerisinde konu sıkıntısı çeken Hollywood’un da dikkatini çekebileceğini düşünüyorum. Semum'da “Ruhi” rolündeki Sefa Zengin’e dikkat!.. Exorcist’e öykünen şeytan çıkarma sahnesine ve zayıf görsel efektlere rağmen Semum’a benden 10 üzerinden 6,5.
Diğer film ise J.J. Abrams imzalı bir gerilim-macera olan Cloverfield (Canavar) (imdb puanı: 7,9). Aynı zamanda dünyanın en popüler dizisi olan Lost’un da yapımcısı olan Abrams, Lost’un yapım ekibinden ayrıldıktan sonra yapımını üstlendiği bu filmin konusunu, oyuncu listesini ve hatta ismini bile sır gibi saklamıştı. Yönetmen koltuğunda Matt Reeves’in oturduğu filmde Abrams, Lost’tan kalma “gizem” saplantısını aynen devam ettirirken, izleyiciyi de sonuna kadar germeyi ihmal etmemiş. Ancak kötü haber: Ülkemizdeki gösterim tarihi olarak Mart ayının sonu planlanıyor. Filmin konusu şöyle: New York’ta bir barda kulakları sağır eden bir gürültü duyulur, çıkan kargaşa sırasında insanlar sağa sola kaçmaya çalışırken New York caddelerini alev topları eşliğinde yıkıntı ve enkazlar kaplar. Manhattan’daki şiddetli bir patlamadan sonra ise Özgürlük Heykelinin kafası gülle gibi caddeye düşer. Terörist saldırı olduğunu zanneden New Yorklular, bir canavar saldırısına maruz kaldıklarını anlarlar. ABD’nin “saldırıya uğrama paranoyası”nı biraz daha ileri götüren filmde tanınmış oyuncular bulmak hayli zor. Görsel efektler, gizemli düşman ve birçok ilgi çekici noktasıyla izlemeye değer bir film. Umarız en kısa sürede şehrimizde de izleme olanağı buluruz.
Son olarak geçtiğimiz günlerde ulusal basına yansıyan bir olay hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Bayan Deniz Akkaya hanımefendi hazretleri, Cihangir'deki kafelerde “takılan” sanatçıların aslında sanatçılıkla alakası olmadığını buyurmuşlar! Halt etmişler bence!!! Bahsettiği sanatçılardan bazıları; Hümeyra, Şerif Sezer, Yetkin Dikinciler, Fikret Kuşkan, Selçuk Yöntem, Engin Günaydın, Serra Yılmaz, Kenan İmirzalioğlu hatta sıkı durun, Şener Şen... Vay be! Sanatçı hakkında hüküm verene bakınız: Kerameti kendinden menkul, plastik ameliyatlar mucizesi, skandallar kraliçesi Deniz Akkaya... Sen burnunda kemerle doğduğunda Şener Şen vardı bu ülkede, Hümeyra vardı. Bu ne kendini bilmezlik, bu ne ukalalık, bu ne rezilliktir! “Cihangir Tayfası” yakıştırmasında bulunduğun sanatçılardan, gerçek sanatçılardan hangisinin pabucundaki çamur olabilirsin ki be hey aymaz! Utanmazlığın bu seviyesini de görmemiştik, hazret sayesinde onu da gördük. Bence Deniz Akkaya sanat ve sanatçı hakkında, bakınız Türkiye'de demiyorum, Dünyada hüküm verebilecek en son kişidir. Sanırım bu kerameti kendinden menkul fotomodel eskisinin ünü geldi de “ileri geri birkaç laf edeyim, magazinciler polemiği devam ettirmek için birkaç gün peşimden koşsunlar” diye düşündü. Ama normal değil mi zaten, kavramların içi bu denli hızla boşaltılırken, satsan ciğeri üç kuruş etmeyecek insanlara “sanatçı” yaftası çarçabuk yapıştırılırken Deniz hanım bu tarz bir iki laf etse ne olur ki?! Andy Warhol'ün bahsettiği “15 dakikalık şöhret”in uzatmalarını oynuyorsa bir insan, elinden geleni ardına koymadan aptalca manevralar yapabilir. Barış Manço rahmetlinin şarkılarından birinde söylediği gibi;
“Altın çöpe düşse, değerin kaybeder mi?
Tenekeyi parlatsan hiç çeyrek altın eder mi?”
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Önümüzdeki hafta yeniden “Bolu'nun en genç ve en tecrübeli gazetesi”nde buluşmak üzere...
Sinemalarımız gitgide ısınmaya başladı. Yeni filmler birbiri ardına gösterime giriyor. Birkaçına değinmek istiyorum.
Bunlardan ilki, Semum. 2006 yılı yapımı Dabbe (imdb puanı:6,1) adlı ilk filminin ardından bir kez daha karşımıza çıkan Hasan Karacadağ, yine Japon korku filmlerinin yoğun biçimde etkisinde kalmış yeni filmi ile sinemalarda. Dabbe’de cinlerle uğraşan Karacadağ, psikopatik bakışını daha da derinleştirerek, bu kez yer altı yaratıkları diye nitelendirilebilecek olan Semumlar’a kafayı takmış. Olaylar Canan (Ayça İnci) ve eşi Volkan’ın (Burak Hakkı) yeni ve büyük bir eve taşınması ile başlıyor. İlk başlarda normal akışında seyreden hayatları, Canan’ın günden güne değişmesi ile çekilmez bir hal alıyor. Aslında Hasan Karacadağ, tarzı bana hitap etmese de, sarfettiği çaba ve yerli sinemaya getirdiği taze soluk nedeni ile alkışlanmayı hak eden bir yönetmen. Ayrıca dini bilgisi de yeter düzeyde ki oluşturduğu akıma İslami Korku adını veriyor. Japonya’da genetik ve sinema eğitimi alan Karacadağ’ın filmlerindeki Japon etkisinin de kaynağını böylece çözmüş oluyoruz. Samanyolu TV’de yayımlanan Sır Kapısı adlı dramaların da ilk dönemlerinde yönetmenlik yapan Karacadağ’ın önümüzdeki birkaç yıl içerisinde konu sıkıntısı çeken Hollywood’un da dikkatini çekebileceğini düşünüyorum. Semum'da “Ruhi” rolündeki Sefa Zengin’e dikkat!.. Exorcist’e öykünen şeytan çıkarma sahnesine ve zayıf görsel efektlere rağmen Semum’a benden 10 üzerinden 6,5.
Diğer film ise J.J. Abrams imzalı bir gerilim-macera olan Cloverfield (Canavar) (imdb puanı: 7,9). Aynı zamanda dünyanın en popüler dizisi olan Lost’un da yapımcısı olan Abrams, Lost’un yapım ekibinden ayrıldıktan sonra yapımını üstlendiği bu filmin konusunu, oyuncu listesini ve hatta ismini bile sır gibi saklamıştı. Yönetmen koltuğunda Matt Reeves’in oturduğu filmde Abrams, Lost’tan kalma “gizem” saplantısını aynen devam ettirirken, izleyiciyi de sonuna kadar germeyi ihmal etmemiş. Ancak kötü haber: Ülkemizdeki gösterim tarihi olarak Mart ayının sonu planlanıyor. Filmin konusu şöyle: New York’ta bir barda kulakları sağır eden bir gürültü duyulur, çıkan kargaşa sırasında insanlar sağa sola kaçmaya çalışırken New York caddelerini alev topları eşliğinde yıkıntı ve enkazlar kaplar. Manhattan’daki şiddetli bir patlamadan sonra ise Özgürlük Heykelinin kafası gülle gibi caddeye düşer. Terörist saldırı olduğunu zanneden New Yorklular, bir canavar saldırısına maruz kaldıklarını anlarlar. ABD’nin “saldırıya uğrama paranoyası”nı biraz daha ileri götüren filmde tanınmış oyuncular bulmak hayli zor. Görsel efektler, gizemli düşman ve birçok ilgi çekici noktasıyla izlemeye değer bir film. Umarız en kısa sürede şehrimizde de izleme olanağı buluruz.
Son olarak geçtiğimiz günlerde ulusal basına yansıyan bir olay hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Bayan Deniz Akkaya hanımefendi hazretleri, Cihangir'deki kafelerde “takılan” sanatçıların aslında sanatçılıkla alakası olmadığını buyurmuşlar! Halt etmişler bence!!! Bahsettiği sanatçılardan bazıları; Hümeyra, Şerif Sezer, Yetkin Dikinciler, Fikret Kuşkan, Selçuk Yöntem, Engin Günaydın, Serra Yılmaz, Kenan İmirzalioğlu hatta sıkı durun, Şener Şen... Vay be! Sanatçı hakkında hüküm verene bakınız: Kerameti kendinden menkul, plastik ameliyatlar mucizesi, skandallar kraliçesi Deniz Akkaya... Sen burnunda kemerle doğduğunda Şener Şen vardı bu ülkede, Hümeyra vardı. Bu ne kendini bilmezlik, bu ne ukalalık, bu ne rezilliktir! “Cihangir Tayfası” yakıştırmasında bulunduğun sanatçılardan, gerçek sanatçılardan hangisinin pabucundaki çamur olabilirsin ki be hey aymaz! Utanmazlığın bu seviyesini de görmemiştik, hazret sayesinde onu da gördük. Bence Deniz Akkaya sanat ve sanatçı hakkında, bakınız Türkiye'de demiyorum, Dünyada hüküm verebilecek en son kişidir. Sanırım bu kerameti kendinden menkul fotomodel eskisinin ünü geldi de “ileri geri birkaç laf edeyim, magazinciler polemiği devam ettirmek için birkaç gün peşimden koşsunlar” diye düşündü. Ama normal değil mi zaten, kavramların içi bu denli hızla boşaltılırken, satsan ciğeri üç kuruş etmeyecek insanlara “sanatçı” yaftası çarçabuk yapıştırılırken Deniz hanım bu tarz bir iki laf etse ne olur ki?! Andy Warhol'ün bahsettiği “15 dakikalık şöhret”in uzatmalarını oynuyorsa bir insan, elinden geleni ardına koymadan aptalca manevralar yapabilir. Barış Manço rahmetlinin şarkılarından birinde söylediği gibi;
“Altın çöpe düşse, değerin kaybeder mi?
Tenekeyi parlatsan hiç çeyrek altın eder mi?”
Hepinize sevgiler, saygılar sunuyorum. Önümüzdeki hafta yeniden “Bolu'nun en genç ve en tecrübeli gazetesi”nde buluşmak üzere...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder